FELSEFE TARİHİ 1. ÜNİTE ÖZETİ
Felsefenin tanımı: felsefe, ‘varlıklar, olaylar, olgular, şeyler vs. hakkında akli, tutarlı ve bütüncül bir şekilde düşünme etkinliği’dir. . Bu tanıma önyargısız olması, nesnel olması, çözümleyici olması, eleştirel olması, şüpheci olması gibi eklemeler yapılabilir.
Felsefeyi doğuran, merak ve hayrettir. Bu yetilerini ömür boyu sürdürenler filozof kalırlar.
B. Felsefenin başlangıcı
felsefeyi Sümerlere kadar dayandıran görüşlere rastlamaktayız. Ayrıca Çin’de, Hindistan’da ve İran’da felsefi
düşünüşün gelişmiş örneklerine de rastlamaktayız. Çin’de Konfüçyüs, Hindistan’da Buda ve İran’da Zerdüşt bu anlamda akla ilk gelen düşünürlerdir. Bu düşünürler, içinde yaşadıkları toplumların inanış ve kültürleri ile yetinmeyerek yeni arayışlara girmiş ve günümüze ulaşan farklı düşünceler ortaya koymuşlardır. Ancak felsefeyi m.ö. 5-6.yüzyıllardaki Antik Yunan uygarlığına dayandırmak ve bir Yunan mucizesinden sözetmek son derece yaygın bir iddia olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu iddiaya göre felsefe MÖ. 6. Yüzyılda yaşayan Tales (624-546) ile başlamıştır. Oysa Tales ile yukarıda andığımız Doğu bilgeleri yaklaşık aynı çağda yaşamışlardır. Öyleyse bir Yunan mucizesine şüphe ile yaklaşmak gerektiğini söyleyebiliriz.
Yunanlıların bilim ve felsefedeki pek çok öğeyi kendilerinden önceki kültürlere
borçlu olduğu bilinmektedir. Tıp, astronomi, alfabe, geometri konularında Mısır, Babil
ve Fenike uygarlıklarından büyük oranda etkilenmişler ve bu medeniyetlerin mirasını
Antik Yunan’a taşımışlardır. Ancak Yunanlı bilge veya filozofları öncekilerden ayıran son
derece önemli bir faktörden söz edilebilir. Önceki uygarlıklar bilim yaparken ihtiyaçları
dikkate alıyorlardı. Örneğin Mısırlılar geometri konusunda çok ileri olmalarına rağmen
bu uğraşı sadece muhtaç oldukları oranda yapıyorlardı. Nil taşkınları konusunda sıkıntı
çeken Mısırlılar geometriye muhtaçtılar ve bu ihtiyaca yönelik bir geometri
geliştirmişlerdir. Fakat Yunan bilgeleri bu tür insani ihtiyaçlardan bağımsız bir şekilde,
sadece bilmek kaygısını güdüyorlardı. Onların gözünde söz konusu bilimin pratikte işe
yarayıp yaramadığının bir önemi yoktu. Yunan bilgelerini ayırt edici kılan diğer bir
nitelik ise tüm bildiklerini sistemleştirme yoluna gitmeleridir. Babilliler’in astronomisi
ile mısırlıların geometrisi Yunanlıların elinde derli toplu, sistemli bir yapıya
bürünmüştür. Yunan bilgeleri doğada gözlemledikleri çokluğun altında yatan bir ve tek
ilke arayışına girmişler, olayları tek tek açıklamakla yetinmemişlerdir. Diğer bir fark,
Yunanlıların bir düşünce-bilim geleneği yaratmış olmaları ve bunu yazıya geçirmiş
olmalarıdır. Antik doğuda çarpıcı düşünürler olsa da onları izleyen bir gelenekten söz
etmek güçtür. Üstelik yazılı bir gelenek oluşturmadıkları için onlardan bize kalan çok
fazla yazın yoktur. Bu nedenle onlar hakkında fazla şey bilmemekteyiz. Bu ayırt edici
nitelikler Yunanlıları felsefe-bilim tarihinde öne çıkarmış ve bir tür Yunan mucizesinden
söz edilmesine neden olmuştur. Ancak Antik Yunan filozofları incelendiğinde her birinin
kendisinden öncekilerden nasıl etkilendiği görülecektir. Hiçbirisi durduk yere çıkıp
yepyeni şeyler söylememiştir. Bu durumda, ilk filozof sayılan Tales ve onu hazırlayan
şartlar için de benzer bir durumun geçerli olduğunu kabul etmek durumundayız.
C. Antik Doğu Felsefesi
C.1. Buda
Gerçek adı Siddhartha Gautama (MÖ 563 545) olan Buda Hindistan’da yaşamıştır. Bu arayış sonucunda bir gün bilgi ağacının altında aydınlanarak gerçeği kavradı. Kendisine ‘aydınlanmış’, ‘uyanmış’ anlamında Buda adı bu yüzden verilmiştir. Bu aydınlanışa göre insanı mutlu kılacak olan şey, aşırılıklardan uzak bir ‘orta yol’ tutturmaktır. Bu orta yol, beşeri acılardan kurtulmak için dünyevi gerçekliklerin, arzuların ötesine gitmeyi öğütlüyordu.
C.2. Konfüçyüs(MÖ 551 479)
Çin’de yaşayan Konfüçyüs bir devlet adamıdır. Onun felsefesi toplumsal ve politik meseleler, doğru ve adil yönetim, aile ve toplum değerleri gibi meselelerden oluşmuştur. Konfüçyüs bir tür ‘üstün insan’dan söz eder. Onun zamanına kadar ideal insan bir tür aristokrat idi. oysa Konfüçyüs ideal insanın bilge, güçlü, cesur olması gerektiğini, çıkarların değil doğruluk ve adaletin yönlendirdiği bir kişi olduğunu söyler.
Konfüçyüs batılı düşünür ve filozofların aksine ne metafizik konularla ne de doğa bilimleriyle ilgilenmiştir. Tanrı ve tanrıçalardan söz etmemiş, insanlığın nihai doğasına değinmemiştir. Onun bütün kaygısı toplum, aile ve bireydir. Konfüçyüs’e göre tek başına yaşayan bireyin hiçbir kıymeti yoktur
Konfüçyüs, bireyin yaşantısında izleyeceği yol ile ilgili olarak da, tıpkı Buda'da olduğu gibi, bir ‘orta yol’ öğretisinden söz eder. Ancak onun orta yolu ile Buda'nın orta yolunun aynı şeyler olduğunu söylemek son derece güçtür.
C.3. Lao-Tzu/Lao-Tse
MÖ. 6. yüzyılda Çin’de yaşamıştır. Onun Tales ile çağdaş olduğu kabul edilir.
Konfüçyüs’ün aksine Tao, bireye vurgu yapar. Tao’ya göre asıl olan bireydir. Devlet,
toplumdaki her bireyin refahı ve mutluluğu için çalışmalı, bireyin gelişimi için gereken
her şeyi yapmalıdır. Konfüçyüs’e göre bireyin hayatında yer tutmaması gereken doğal
arzular ve dürtüler, Tao’ya göre kötü şeyler değildir. Tao, insanların doğuştan iyi
olduğuna sonradan değişip kötü kişiler olduklarını düşünür. Konfüçyüs iyi bireyin
toplumla iyi geçinen kişi olduğunu söylerken Tao, iyi bireyin doğayla uyum içinde olan kişi olduğunu söyler.Tao’nun düşünceleri bu gün Taoizm diye bilinmektedir.
Konfüçyüs, birey toplum içindir derken
Lao-Tzu, toplum birey içindir, der.
Konfüçyüs doğal arzu ve dürtüleri
kötülerken Tao, bunlar normal kaşılar.
C.4. Zerdüşt (MÖ 628 551)
Zerdüşt, daha önce andığımız düşünürlerin hepsinden daha önce, İran’da
yaşamıştır. Bu düşünürlerin birey ve toplum üzerine ileri sürdükleri düşüncelere karşılık
o, ilahi gerçeklik ve ‘kötülük problemi’ konusunda son derece geniş kapsamlı görüşler
ileri sürmüştür. Ahlaki bir tektanrıcılık savunuculuğu yapan Zerdüşt’ün Yahudilikten,
eski Mısır ve Hint inançlarından etkilendiği kabul edilmektedir. Zerdüşt’ün andığı pek
çok Tanrı varsa da o, tanrıların en kudretlisi olan Ahura Mazda’yı hepsinden üstün tutar
Ona göre Ahura Mazda kötülük anlamına gelen mutlak karanlığın tam karşısında olup, iyilikten yanaydı. Zerdüşt, insanların hem iyilik hem de kötülükle dünyaya geldiğini ve bu ikisi arasındaki mücadelenin onların hayatını anlamlandırdığını düşünmekteydi.
D. Antik Batı Felsefesi
D.1. Milet Okulu
İyonya Okulu olarak da bilinen Milet Okulu, Batı Anadolu kıyılarında İzmir’in güneyindeki Milet şehrinde ortaya çıkmıştır. Milet İyonya bölgesinin en gelişmiş şehri ydi. Milet Okulu’nun en çok bilinen üç filozofu aynı zamanda doğa filozofları olarak da bilinler: Tales, Anaksimandros ve Anaksimenes
D.1.1. Tales (MÖ 624 546)
Milet Okulu’nun kurucusu olarak kabul edilmektedir. Aynı zamanda Yedi bilgeden birisi olduğu kabul edilmektedir. Bazı kaynaklara göre aslen Fenikeli olup daha sonra Milet’e yerleşmiştir. Tales bir fizik, matematik ve astronomi bilginidir.Bir güneş tutulmasını önceden haber vermiş ve çeşitli geometri teoremleri üretmiştir. Çok bilgili olduğu için kendisine sofos ünvanı verilen ilk kişidir.
Varlığın ana maddesinin (arche/arke) su olduğunu iddia eden Tales bu iddiasıyla düşünce dünyasında ilk defa ‘ana madde’ sorununa değinmiştir.
Onu ilk kılan niteliklerden bir tanesi ddüşüncelerini ortaya koyarken teolojik-mitolojik açıklamaları bir kenara koyarak kendi gözlemlerine dayanması ve vardığı sonuçları akli bir şekilde açıklamasıdır.
Tales doğadaki çokluğu gözlemlemiş ve bu çokluğun durmaksızın değiştiğini,farklılaştığını görmüştür. Bazı varlıklar bir takım değişimler geçirdikten sonra yok olup gidiyorlardı. Ona göre tüm bu farklılığın, değişimin ve dönüşümün ardında duran bir ilke olmalıydı. Bu ilke ve aynı zamanda varlıkların ana maddesi Tales’e göre ‘su’ idi. Her şey sudan gelip suya gitmekteydi.
Bu görüşüyle varlığın ardındaki ilkeyi açıklama sorununu felsefe tarihine kazandırmış ve kendisinden sonra yüzyıllarca sürecek bir tartışmayı başlatmıştır.
D.1.2. Anaximandros (610-545)
Tales’in öğrencisidir Tales’in ortaya attığı ana madde konusu hakkında o da düşünmüştür. O da Tales gibi tüm şeylerin bir tek ana maddeden geldiğini kabul etmiş ancak bu maddenin ne olduğu ve
nitelikleri konusunda onu aşmıştır. Anaximandros’a göre ana madde su veya diğer maddi şeylerden biri olamazdı. Ana madde öncelikle, ezeli ve ebedi, yani sonsuz olmalı ve diğer tüm maddi şeylere kaynaklık etmeliydi. Oysa su nemli, ateş sıcak, hava soğuk, toprak ise kurudur. Bu maddeler birbiriyle karşıtlık içindeler.
Onlardan herhangi bir tanesi ana madde olsa diğerlerini ortadan kaldırırdı. Öyleyse ana madde bu evrensel çatışmadan uzak olmalıydı. Anaximandros bu öncesiz ve sonrasız ana maddeye sonsuz
anlamına gelen aperion adını vermiştir.
Anaximandros’u önemli kılan bir diğer konu onun bilimsel-felsefi düşüncelerini
yazıya dökmüş olması ve düşünsel tarihte yazılı geleneği başlatmış olmasıdır. Onun
felsefi düşüncelerin yanında pek çok bilimsel çalışmasından da söz edilebilir. Örneğin,
Karadeniz’e açılan denizciler için ilk defa bir harita yaptığı nakledilmektedir. İlk güneş
saatini tasarlamış ve dünyanın silindirik bir biçimde olduğunu düşünmüştür. Ayrıca
insan dâhil tüm canlıların önce denizde yaşadığını ve daha sonra karaya çıktığını
söyleyerek bir tür evrim teorisi de ortaya atmıştır.
D.1.3. Anaximenes (MÖ 585 525)
Hayatıyla ilgili bilinen fazlaca bir şey yoktur. Ancak Anaximandros’tan sonra
yaşadığı bilinmektedir. Ana madde tartışmasını o da sürdürmüş ancak bu konuda
Anaximandros’u aşacak bir şeyler ortaya koyamamıştır. Ana maddenin hava olduğunu
söyleyerek bir bakıma Tales’e geri dönmüştür.
Anaximenes ilk defa ruh kavramını felsefeye kazandırmıştır. Ona göre bizim
ruhumuz bizi canlı kılan, ayakta tutan ve onu dağılmaktan kurtaran şeydir. Bu şey hava
ve havanın faaliyetidir. Tıpkı bunun gibi hava, evreni de ayakta tutmakta, onu sarıp
sarmalamakta ve onu dağılıp yok olmaktan kurtarmaktadır.
Anaximenes Milet Okulu’nun son filozofudur. Onunla birlikte ve ondan sonra
İyonya doğa felsefesi Milet’in sınırlarını aşmıştır. Aristoteles bu üç filozofu fizikçiler
olarak nitelemiştir. Onların önemi başardıklarından çok yapmaya çalıştıkları şeyden
kaynaklanır. Cevaplardan çok sordukları sorular önemlidir. Onlar, mitosu terk ederek
olayların açıklamasında deney ve gözleme başvuran ilk yunan filozoflarıdır. Doğayı,
onun kaynağını, ondaki değişimleri, dünyanın şekli ve çeşitli astronomik olaylarla
ilgilenmişler, çeşitli bilimsel teoriler üretmişlerdir. İnsan ve insanla ilgili konularla ise
ilgilenmemişlerdir.
D.2. Pythagoras (Fisagor) (580-500) ve Pythagorasçılar
Sisam adasında doğup gençliğinde Güney İtalya’ya yerleşmiş olan Güney İtalya’ya yerleşmiş olan Pythagoras,yarı efsanevi bir kişiliktir. Hiçbir şey yazmadığı halde ona mal edilen birçok eser vardır.
Ancak bu eserlerin miladi birinci yy.da Yeni Pythagorasçılar tarafından yazıldığı kabul
edilmektedir. Onlar bu eserleri Pythagoras’ın ruhundan ilham alarak yazdıklarını
söylüyorlardı. Pythagoras bir tarikat kurucusu ve aynı zamanda din düzelticisidir.
Aslında onun kurduğu şeyin bir tarikat mı yoksa bir din mi olduğu da tartışılabilir.
Tarikat, Orfik/orphic inançların ve Dionysos okulunun etkisinde kaldığı gibi bu
inançlarda düzeltmeler de yapmıştır. Bu tarikatın inançları arasında en çok anılmaya
değer olanı tenasüh inancıdır.
Bu inanca göre ruh, ölümden
sonra yeni bir bedene girerek
dünyaya geri döner. Önceki
hayatında işlediği suçlara veya
edindiği erdemlere göre ölümden sonra yeni bir şekle girer.
Pythagorasçılar, varlıkları anlamak için
onların altındaki matematiksel esasları
anlamak gerektiğini düşünüyorlardı. Evrenin
belli ilkelere göre anlaşılabilir bir yapı
olduğunu varsaydığı için, bu görüşleri, bilim
tarihi açısından önemlidir.
Pythagorasçılar matematik, astronomi, tıp ve müzik ile ilgilenmişlerdir.
Pythagoras’ın adını taşıyan bir geometri teoremi(Pisagor teoremi) bu gün hala
kullanılmaktadır. İrrasyonel sayıları bulan Pythagorasçılar aynı zamanda müzik ile
sayılar arasındaki ilişkiyi de fark etmişler ve bu konularda da çalışmalar yapmışlardır.
Sayılar üzerine yaptıkları uğraşlar en sonunda onların her şeyin ana maddesini
sayı olarak ortaya koymalarına yol açmıştır. Böylece ana madde tartışmasında somut
bir madde yerine soyut bir nesneyi kabul etmişlerdir. Bununla ilişkili olarak onlar tüm
dünyanın ve evrenin matematiksel bir yapı olduğunu düşünmüşlerdir.
Buna göre varlıkları ve olguları anlamak için onların temelinde bulunan
matematik esasları anlamak gerekiyordu. Bu ilke, bilgiyi matematik düşünceye
indirgemek olarak anlaşılabilir. Ancak evrenin belli ilkelere göre anlaşılabilir bir yapı
olduğu varsayımını içerdiğinden önemli bir bilimsel yaklaşım olarak görülebilir.
D.3. Bağımsız Filozoflar
D.3.1 Xenophanes (Ksenofanes) (570-480)
Pythagoras’ın çağdaşı olup tıpkı onun gibi Batı Anadolu kıyılarında doğmuş ve
İranlıların istilası nedeniyle İtalya’ya göç etmiştir. Hayatının sonlarında Elea şehrine
yerleşmiştir. Aynı zamanda bir şair olan Xenophanes, ‘tabiat hakkında’ adlı eserini
manzum olarak yazmıştır.
Tıpkı Pythagoras gibi dinsel konularla ilgilenmiştir. O, öncelikle o zamanların din
anlayışını belirleyen Homeros ve Hesiodos’u eleştirir.
Xenophanes, insan biçimli Tanrı
anlayışına karşı çıkarak kendinden
önceki dini inançları eleştirmiştir
Xenophanes’e göre Tanrı, insanların kendisine yakıştırdığı bu tür insani
niteliklerden uzaktır. Tanrı birdir, hareketsiz ve sonsuzdur. Ne doğar ne ölür, ne de
değişir. Hareket etmeyip, değişmediği halde dünyadaki tüm hareket ve değişimi
yönetir, her şeyi duyar ve görür. Xenophanes, başka tanrıları da kabul etmekte ancak
tüm tanrıların üstünde bir yüce Tanrı koyar. Bu nedenle o, tam anlamıyla bir
tektanrıcı(monoteist) sayılmaz.
D.3.2. Herakleitos(Heraklit) (576-480)
Efesli bir filozoftur. Antik çağın ilk gerçek felsefi tartışmasını Parmenides ile
yapmıştır. ‘Tabiat hakkında’ adlı eseri üç bölümden oluşur: Fizik, teoloji, politika.
Eserlerinde halkı küçük gördüğüne dair bazı ipuçları vardır. O, eserlerini halk için değil,
kendisi gibi aristokrat olan insanlar için yazmıştır. Yazdığı eserlerin herkes tarafından
anlaşılmasını istemezdi. Bu nedenle de onları kasıtlı olarak açık olmayan, güç anlaşılır
bir tarzda yazardı. Bu yüzden kendisine ‘Karanlık Herakleitos’ denirdi.
Herakleitos, evrendeki değişmeden çarpıcı bir şekilde söz eden ve bu konuda
önemli görüşleri dile getiren ilk filozoftur. Bu konudaki meşhur sözü ‘bir nehirde iki
kere yıkanılmaz’ şeklindedir. Çünkü şimdi gördüğümüz nehir az önce gördüğümüz nehir
değildir. Evrenin tamamının tıpkı akan bir nehir gibi olduğunu düşünen Herakleitos,
onun sürekli bir akış ve değişim içinde olduğunu söyler
Herakleitos’un iki farklı evren
görüşünün önemi, gerçek evrenin akıl
ile anlaşılabileceğini söylemesindedir.
Herakleitos evrendeki değişimi bir tür zıtlar mücadelesi olarak görür. Her şey
kendi zıddına dönmeye çalışır. Tüm nesneler bu zıtlar mücadelesinin eseridir. Ancak
evrendeki değişimden muaf olan, aynı kalan ve değişimi, yani aslında oluşu idare eden
bir tek şey vardır. Bu şey, evrenin tüm işleyişine hâkim olan yasadır. Herakleitos bu
yasaya ‘logos’ adını verir. Logos, bağlantılı söz ya da akıl anlamına gelir. Herakleitos bu
anlayışı ile evrendeki tüm değişim ve dönüşüme rağmen bir düzenin hâkim olduğunu
kabul etmektedir. Ona göre evrende hiçbir şey yok olmaz. Her şey başka bir biçimde
yeni baştan ortaya çıkar.
Herakleitos logos ile aslında Tanrı’yı kasteder. Tanrı, evrenin içinde bulunan,
evreni düzenleyen ve idare eden ilkenin yani logos’un kendisidir. Logos aynı zamanda
ateştir. Bu görüşüyle Herakleitos ana madde tartışmasını sürdürerek ana maddenin
ateş olduğunu söylemiştir. Ona göre, her şey ateşten çıkmıştır ve ateşe dönecektir. Her
nesne ateşin çeşitli biçimlere girmesiyle oluşur. Örneğin ateşin sıkışıp sertleşmesinden
toprak, toprağın gevşeyip erimesinden su oluşur. Ateş aynı zamanda dünyanın ruhu
olup dünyadaki her şeyin içine işlemiştir. Bireysel ruhlar dünyanın ruhu olan ateşten
birer parçadırlar. Geçici bir süre için ateşten kopan bu ruhlar, günün birinde insan
ölünce, tekrar sonsuz ateşe kavuşacaklardır. Herakleitos, evrendeki her şeyi
düzenleyen Tanrıyı aynı zamanda evrenin de içinde kabul ettiği için monoteist panteist
sayılır.
Herakleitosun önemli düşüncelerinden birisi de iki farklı evreni kabul etmiş
olmasıdır. Buna göre dünya, I. Görünüşler dünyası II. Gerçeklik dünyası olarak ikiye
ayrılır. Görünüşler dünyası duyularımızla algıladığımız âlemdir.
D.4. Elea Okulu
Elea okulunun kurucusu Xenophanes’in öğrencisi Parmenides’tir.Elea okulu Herakleitos’un
rasyonalizmini sürdürür. Herakleitos iki ayrı dünya anlayışında, doğayı sadece
gözleyerek elde edilen bilgiye şüpheyle yaklaşmak gerektiğini de söylemek istiyordu.
Bu düşünceyi miras alan Elea Okulu varlık
üzerine daha çok düşünme yoluna gitmiştir.
Varlığın ancak akılla anlaşılabileceği
düşüncesi Elea Okulun’da zirve yapmıştır.Parmenides’e göre var olmayan
düşünülemez, kavramlarla ifade
edilemez.
D.4.1 Parmenides (540-450)
Antik Yunan Felsefesinde bir dönüm noktası olan
Parmenides, felsefenin kendisinden sonraki seyrini baştan aşağı değiştirmiştir.
Aristoteles ve Platon ondan övgüyle söz ederler. Ortaya koyduğu görüşlerle sadece
Parmenides’e göre var olmayan
düşünülemez, kavramlarla ifade
edilemez.
Yunan felsefesini değil, yüzyıllar sonrasını bile etkilemeyi başarmıştır. Ayrıca yazdıkları
günümüze en çok ulaşan antik Yunan filozofudur. Eserlerini manzum olarak yazmıştır.
Parmenidese göre gerçek olan şey, varlığın bir olduğu ve var olduğudur. ‘Varlık
vardır ve var olmayan şey yoktur’ sözü, onun tüm düşüncesinin temelini oluşturur.
Düşünce ile varlığın aynı şey olduğunu düşünen Parmenides’e göre var olmayan şey, ne
düşünülebilir ne de kavramlarla ifade edilebilir. Dolayısıyla, doğru düşünmek, çelişkisiz
düşünmek esasen var olanı düşünmektir. Var olmayanı düşünmek bir çelişkidir. Varlık
yokluktan çıkmadığı gibi, yok olan bir şey var olamaz. Değişim ve dönüşüm tamamen
çelişkili şeylerdir. Parmenides’e göre her şeyin tek bir ana maddeden geldiğini, ondan
değişerek ve dönüşerek oluştuğunu söyleyen İyonyalı filozoflar bu tür bir çelişkiye
düşmüşlerdir. Varlık özü itibariyle bir ve tektir. Ne değişir ne de dönüşür.
Parmenides evren görüşünde Herakleitos’a muhalefet etse de onun
rasyonalizmini sonuna kadar sürdürmüş ve varlık hakkındaki görüşünü tamamen akli
temellere dayandıran ilk düşünür olmuştur.
D.4.2. Zenon (490-430)
Parmenides’in öğrencisi olan Zenon Elea Okulu’nun ikinci filozofudur. O, yeni bir
öğreti geliştirmek yerine hocasının görüşlerini, yani varlığın birliğini, hareketsizliğini
savunmak üzere mantıksal kanıtlar geliştirmiştir. Geliştirdiği kanıtların bir kısmı
harekete bir kısmı da çokluğa karşıdır. Bu kanıtlar felsefe tarihinde Zenon paradoksları
olarak bilinirler.
Saçmalığa indirgeme yöntemi olarak
bilinen bu yöntemi ilk defa Zenon bulmuştur.
Zenon’un geliştirdiği kanıtlardan çokluğa ve harekete karşı olmak üzere iki grup
altında toplanabilir. Çokluğa karşı geliştirdiği kanıtlardan bir tanesi evrenin çokluk değil
de birlik olduğunu göstermeye çalışır.
Bu şeyi bir şeye eklemekle ondan hiçbir şey arttıramayız. Çıkarmakla da
hiçbir şey eksiltemeyiz. Zenon bu akıl yürütme ile çokluğun ve bölünmenin bir
yanılsamadan başka bir şey olmadığını göstermek ister.
Harekete karşı geliştirdiği kanıtlardan birisi Aschylos (Aşil) ile kaplumbağa
arasındaki yarıştır. Aşil Yunanistan’ın en hızlı koşucusudur. Onun bir kaplumbağa ile
yarıştığını düşünelim. Ancak kaplumbağaya biraz avans vererek on metre önden
başlatıyoruz. Aşil, yarışa önde başlayan kaplumbağaya yetişmek için öncelikle
kaplumbağanın yarışa başladığı yere ulaşmak zorundadır. Ancak kaplumbağa bu sırada
biraz yol almış olacaktır. Aşil bu sefer tekrar kaplumbağanın bu sürede aldığı mesafeyi
geçmek zorundadır. Fakat kaplumbağa bu süre içinde yine bir miktar yol alır. Eğer
muhaliflerin dediği gibi, bir doğru sonsuz sayıda noktalardan oluşuyorsa Aşil ile
kaplumbağa arasındaki mesafe hiçbir zaman kapanmayacaktır. Oysa gerçek gözlemler
Aşil’in kaplumbağayı hemen geçtiğini göstermektedir. Örneklerden de anlaşıldığı üzere
Zenon hareket ve çokluk iddiasının nasıl gülünç, komik ve saçma sonuçlara ulaştırdığını
göstermeye çalışır. Bu kanıtlar görünüşler dünyasının nasıl aldatıcı olduğunu da
göstermeye yöneliktir. Oysa Zenon ve hocası Parmenides’e göre aslında gerçeklik
dünyası sabittir. Her şey bize sadece öyleymiş gibi görünür.
Elea Okulu ortaya koyduğu görüşlerle kendilerinden sonraki dönem üzerinde
derin etkiler bırakmışlardır. Ancak görünüşler dünyasını tamamen bir yanılsama olarak
görmekle doğa araştırmaları açısından olumsuz bir çığır açmışlardır. Elea Okulu’nun
tekçi anlayışına karşı çıkan bazı filozoflar aynı zamanda doğa araştırmalarındaki
olumsuz etkiyi de yıkmaya çalışmışlardır. Bunlar, plüralist filozoflar olarak
anılmaktadırlar.
Yedi Bilge:
Antik Yunan dünyasında yaşamış, bilgece sözleriyle topluma yön
vermiş düşünürlerdir. Kim oldukları tam olarak bilinmediği gibi aslında sayıları da
tartışmalıdır. Çeşitli kaynaklarda geçen yedi tanesi şunlardır: Rodos’lu Kleobulos,
Atina’lı Solon, Isparta’lı Khilon, Lesbos’lu Pittakos, Pirine’li Bias, Korinthos’lu
Periandros, Milet’li Thales
Hazırlayan GÜLSEN nURDOĞAN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder