''Beni bende demen bende değilim
Bir ben vardır bende benden içeri''
diyenlerle şimdikilerin ''ben ben'' diye çırpınanları arasındaki farka takıldım. Dünya ''BEN'' li günlerin saltanatını sürüyor bence. (;) Çünki artık SİZ kelimesini bırakıp BEN'in şampiyonluğuna oynanıyor.
Şöyle farklı ortamlara girince insanların ne kadar da bencil olduklarını hayretler içinde kalarak seyrediyorum. Ya ben dünyadan habersizmişim ya da artık insanların çoğunluğu egoistmiş. Kocaman bir vah çekiyorum insanlığın üzerine. Hatta oturup kara kara düşünüyorum fakat nafile sanırım.
Köylü teyzemin kendi hikayesini anlatırken, ''...Ben demek şeytan kârı...'' demesinden umutlanırken aslında bunun da sözden ibaret kaldığını üzülerek seyrediyorum.
Kendinizin farkında değilsiniz belki ama insanlar ne kadar da bencil öyle değil mi? Herkes kendini düşünüyor hatta kendinden başka kimseyi düşünmüyor.
Civcivlerini gezdiren tavuğun bulduğu yemi yavrularına vermeyip midesine indirmesini yadırgıyorum... Bir çocuğun yanındaki arkadaşına binaen meyves uyunu ve çikolatasını hiç rahatsızlık duymadan yemesini yadırgıyorum. Biz çocuklarımıza okul harçlığı verirken yanındaki arkadaşını da unutmamasını tenbihlerdik. Akşam eve gelen çocuğumuz ''Ben onlara aldıklarımdan verdiğim halde onlar aldıklarından bana hiç vermiyorlar'' demelerine hep şaşırdık fakat yapacak da bir şey yoktu. Sonuçta bencil bir toplum olmaya doğru gidiyorduk ve sanırım yeterince bencil bir toplum olduk.
Buna rağmen tasavvuf ''bencillik'' hastalığının tedavisi için uğraşır. Kişiye empatiyi, paylaşmayı ve başkalarına bakarak kendisindeki ego hastalığını iyileştirmeyi öğretir. Bencilliğin en güzel tedavi yolu İslamı yaşama geçirmektir böylece.
Bencilliğe o kadar çok örnek var ki çevremde bunları dile getirmeye utanıyorum. En iyisi mi bir bencillik masalında kendimize çeki düzen verelim diyorum
Bir zamanlar bencil bir dev varmış. Öylesine bencilmiş ki kendisinden başkasını hiç düşünmezmiş. Bu bencil devin çok güzel bir bahçesi varmış. Bir gün dev uzak bir yolculuğa çıkmış, bunu duyan mahallenin çocukları hiç durur mu? Sevinçle, coşkuyla devin o güzelim bahçesine dalıvermişler. Yemyeşil çimenlerle kaplı o bahçede türlü türlü ağaçlar ilkbaharda çiçeklerle donanır, sonbahardaysa meyvelerle yüklü ağaçların arasında kuş sesleri insana adeta cenneti hatırlatırmış.
Bir süre sonra dev çıkıp gelmiş. Bir de ne görsün mahallenin çocukları bahçede cirit atıyor. Kızmış, bağırmış. Defolun buradan, diyerek kovmuş onları. Sonra çocuklar bir daha giremesinler diye bahçenin etrafını yüksek bir duvarla çevirmiş.
Zavallı çocukların artık oynayacak bir yeri kalmamış...
Yeniden ilkbahar gelmiş, çiçekler açmış, kuşlar ise her tarafta güzelim insanı mest eden cıvıltılarıyla cıvıldaşmış. Ama bencil devin bahçesinde ne kış elini ayağını çekmiş, ne de bahar gelmiş. Bahçede çocukları görmeyen kuşlar seslerini keserek oradan ayrılmışlar. Ağaçlar da çocukları görmeyince çiçek açmaktan vazgeçmişler. Kar bembeyaz örtüsüyle çimenlerin üzerini örtmüş, kırağı ise ağaçları gümüş bir renge boyamış.
Bencil dev pencerenin önüne oturur ''Acaba ilkbahar ne zaman gelecek?'' diye düşünürmüş. Ama ne ilkbahar ne yaz gelmiş devin bahçesine. Başka yerlerde sonbahar gelip çatmış, ağaçlar dolu dolu meyveler vermiş, ama devin bahçesinde yeşillikten bir eser yokmuş. Orda kış hala devam ediyormuş.
Dev bir sabah yatağında derin derin düşünürken birden kulağına tatlı bir melodi gelmiş. Bu ezgi onu öylesine mest etmiş ki, ''Acaba bu melodiyi melekler mi çalıyor, yoksa kralın özel çalgıcıları mı geldi?'' diye düşünürken bir de ne görsün? Bu melodiyi penceresine konmuş bir kuş söylüyormuş. Derin bir nefes alırken etrafı çiçek kokuları sarıvermiş.
Dev sevinçle ''ilkbahar geldi'' diyerek yatağından fırlamış, pencereye koşarak bahçesine bir göz atmış. Bir de ne görsün bahçenin duvarından açılan bir delikten çocuklar bahçeye girmiş, ağaçlara tırmanıp dallarda oturmuşlar. Her ağaçta bir çocuk. Ağaçlar çocukların geri dönmesine çok sevinmişler, rengarenk çiçeklerini açmışlar. Her dal neşe içinde bir nağme okumaya , sağa sola dansedercesine sallanmaya başlamışlar. Kuşlar da güllük gülistanlık olan bahçeye üşüşmüşler ve ağaçlarla çiçeklerin ezgisine katılmışlar.
Ama bahçenin köşelerinde kış hala etkisini sürdürüyormuş. Orda küçük bir çocuk ağacın altında durmuş, dallara yetişmeye çalışıyor, başaramadığı için de hüngür hüngür ağlıyormuş. Tüm bunları gören devin yüreğine ılık bir şey akmış. Yüreği sızlayan dev, ellerini başına vura vura ''Ah! meğer ben ne bencilmişim! Demekki başıma ne geldiyse bu bencilliğim yüzünden gelmiş. İlkbaharın bahçeme neden gelmek istemediğini şimdi anlıyorum. Hemen gidip o çocuğu da ağacın dalına bindireceğim. Sonra da o duvarı yerle bir edeceğim, bahçemi çocuklara açacağım diyerek bahçeye inmiş.
Bir ben vardır bende benden içeri''
diyenlerle şimdikilerin ''ben ben'' diye çırpınanları arasındaki farka takıldım. Dünya ''BEN'' li günlerin saltanatını sürüyor bence. (;) Çünki artık SİZ kelimesini bırakıp BEN'in şampiyonluğuna oynanıyor.
Şöyle farklı ortamlara girince insanların ne kadar da bencil olduklarını hayretler içinde kalarak seyrediyorum. Ya ben dünyadan habersizmişim ya da artık insanların çoğunluğu egoistmiş. Kocaman bir vah çekiyorum insanlığın üzerine. Hatta oturup kara kara düşünüyorum fakat nafile sanırım.
Köylü teyzemin kendi hikayesini anlatırken, ''...Ben demek şeytan kârı...'' demesinden umutlanırken aslında bunun da sözden ibaret kaldığını üzülerek seyrediyorum.
Kendinizin farkında değilsiniz belki ama insanlar ne kadar da bencil öyle değil mi? Herkes kendini düşünüyor hatta kendinden başka kimseyi düşünmüyor.
Civcivlerini gezdiren tavuğun bulduğu yemi yavrularına vermeyip midesine indirmesini yadırgıyorum... Bir çocuğun yanındaki arkadaşına binaen meyves uyunu ve çikolatasını hiç rahatsızlık duymadan yemesini yadırgıyorum. Biz çocuklarımıza okul harçlığı verirken yanındaki arkadaşını da unutmamasını tenbihlerdik. Akşam eve gelen çocuğumuz ''Ben onlara aldıklarımdan verdiğim halde onlar aldıklarından bana hiç vermiyorlar'' demelerine hep şaşırdık fakat yapacak da bir şey yoktu. Sonuçta bencil bir toplum olmaya doğru gidiyorduk ve sanırım yeterince bencil bir toplum olduk.
Buna rağmen tasavvuf ''bencillik'' hastalığının tedavisi için uğraşır. Kişiye empatiyi, paylaşmayı ve başkalarına bakarak kendisindeki ego hastalığını iyileştirmeyi öğretir. Bencilliğin en güzel tedavi yolu İslamı yaşama geçirmektir böylece.
Bencilliğe o kadar çok örnek var ki çevremde bunları dile getirmeye utanıyorum. En iyisi mi bir bencillik masalında kendimize çeki düzen verelim diyorum
Bir zamanlar bencil bir dev varmış. Öylesine bencilmiş ki kendisinden başkasını hiç düşünmezmiş. Bu bencil devin çok güzel bir bahçesi varmış. Bir gün dev uzak bir yolculuğa çıkmış, bunu duyan mahallenin çocukları hiç durur mu? Sevinçle, coşkuyla devin o güzelim bahçesine dalıvermişler. Yemyeşil çimenlerle kaplı o bahçede türlü türlü ağaçlar ilkbaharda çiçeklerle donanır, sonbahardaysa meyvelerle yüklü ağaçların arasında kuş sesleri insana adeta cenneti hatırlatırmış.
Bir süre sonra dev çıkıp gelmiş. Bir de ne görsün mahallenin çocukları bahçede cirit atıyor. Kızmış, bağırmış. Defolun buradan, diyerek kovmuş onları. Sonra çocuklar bir daha giremesinler diye bahçenin etrafını yüksek bir duvarla çevirmiş.
Zavallı çocukların artık oynayacak bir yeri kalmamış...
Yeniden ilkbahar gelmiş, çiçekler açmış, kuşlar ise her tarafta güzelim insanı mest eden cıvıltılarıyla cıvıldaşmış. Ama bencil devin bahçesinde ne kış elini ayağını çekmiş, ne de bahar gelmiş. Bahçede çocukları görmeyen kuşlar seslerini keserek oradan ayrılmışlar. Ağaçlar da çocukları görmeyince çiçek açmaktan vazgeçmişler. Kar bembeyaz örtüsüyle çimenlerin üzerini örtmüş, kırağı ise ağaçları gümüş bir renge boyamış.
Bencil dev pencerenin önüne oturur ''Acaba ilkbahar ne zaman gelecek?'' diye düşünürmüş. Ama ne ilkbahar ne yaz gelmiş devin bahçesine. Başka yerlerde sonbahar gelip çatmış, ağaçlar dolu dolu meyveler vermiş, ama devin bahçesinde yeşillikten bir eser yokmuş. Orda kış hala devam ediyormuş.
Dev bir sabah yatağında derin derin düşünürken birden kulağına tatlı bir melodi gelmiş. Bu ezgi onu öylesine mest etmiş ki, ''Acaba bu melodiyi melekler mi çalıyor, yoksa kralın özel çalgıcıları mı geldi?'' diye düşünürken bir de ne görsün? Bu melodiyi penceresine konmuş bir kuş söylüyormuş. Derin bir nefes alırken etrafı çiçek kokuları sarıvermiş.
Dev sevinçle ''ilkbahar geldi'' diyerek yatağından fırlamış, pencereye koşarak bahçesine bir göz atmış. Bir de ne görsün bahçenin duvarından açılan bir delikten çocuklar bahçeye girmiş, ağaçlara tırmanıp dallarda oturmuşlar. Her ağaçta bir çocuk. Ağaçlar çocukların geri dönmesine çok sevinmişler, rengarenk çiçeklerini açmışlar. Her dal neşe içinde bir nağme okumaya , sağa sola dansedercesine sallanmaya başlamışlar. Kuşlar da güllük gülistanlık olan bahçeye üşüşmüşler ve ağaçlarla çiçeklerin ezgisine katılmışlar.
Ama bahçenin köşelerinde kış hala etkisini sürdürüyormuş. Orda küçük bir çocuk ağacın altında durmuş, dallara yetişmeye çalışıyor, başaramadığı için de hüngür hüngür ağlıyormuş. Tüm bunları gören devin yüreğine ılık bir şey akmış. Yüreği sızlayan dev, ellerini başına vura vura ''Ah! meğer ben ne bencilmişim! Demekki başıma ne geldiyse bu bencilliğim yüzünden gelmiş. İlkbaharın bahçeme neden gelmek istemediğini şimdi anlıyorum. Hemen gidip o çocuğu da ağacın dalına bindireceğim. Sonra da o duvarı yerle bir edeceğim, bahçemi çocuklara açacağım diyerek bahçeye inmiş.
Teslime Gülsen Nurdoğan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder