23 Ekim 2013 Çarşamba

İSLAM SANATA KARŞI MI?



Sevgili hocam rahmetullahi aleyh Profesör Dr. Mahmud Es'ad Coşan Hocaefendinin muhterem evladı, Nakşibendi-Halidi kolu şeyhi, İskenderpaşa grubu lideri evlad-ı Resul, çok saygın, çok kıymetli Muharrem Nurettin Coşan Hocaefendi bir konuşmasında şunları söylemiş:

''Okuma, hızlı okuma, yazma alışkanlıklarımızı geliştirme, bilgisayar, yabancı dil ve temel dini ilimleri öğrenme; halkla ilişkiler, hitabet, güzel sanatlar alanlarında; her seviyede ve sürekli çaba harcamalıyız.''

Hitabet, güzel sanatlar, halkla ilişkiler hem toplum hem de fertler açısından ne kadar önemlidir bilirsiniz.
Türkiye Cumhuriyeti tarihi boyunca sanat konusu çok işlenmiş, en çok da İslamın sanki sanat düşmanı olduğu fikri zihinlere yerleştirilmeye çalışılmıştır. Bu ne kadar abes, ne kadar hünharca bir eleştiridir. İşin acı tarafı da İslamiyetin İ'sini bilmeyen insanlar kendilerince bu konularda ahkam yürütmüştür.
Halbuki İslam estetik ve güzelliktir. Zerafettir, Gönüllere hitap eder. Ruhları teskin eder. Okunan ayet ve hadisler insan ruhunda adeta çiçekler açtırır. 
Fakat İslamın hudutları vardır, kuralları vardır. Kur'an-i Kerim'de ''Allah'ın hudutlarını çiğnemeyin'' buyrulur. Her kurumun , her devletin, her teşkilatın, her dinin hudutları yok mudur? İşte sanat hususunda anlaşılamayan da  budur.

İslam ve sanat konusunda değerli araştırmanların şu sözlerine dikkat kesilelim.

''Şer'i hukuk hiçbir özel sanat biçimi emretmez; yalnızca bu biçimlerin ifade alanlarını kısıtlar, ve kısıtlamalar yalnız başına yaratıcı değildirler.'' diyor. Ve aşağıda çok değerli alimlerin makalelerinden kesip aldığım alıntıları sizlerin istifadenize sunarak, İslam ve sanat üzerinde değerli okuyucularımı biraz düşündürmek istedim.

''İslâm dininin tasvir yapmayı yasakladığı ve bu yasağın İslâm sanatının değişik bir yönde gelişmesine yol açtığı genel olarak benimsenmiş bir görüştür. Kur'an'da putlara tapmayı yasaklayan emir, zamanla hadis bilginleri tarafından her çeşit canlı resminin yapılmasının günah olduğu şeklinde yorumlanmıştır. İslâm sanatında "çizgi"nin erken devirlerden itibaren önem kazandığı görülür. Düz, zikzak veya kıvrılan çizgilerin uzayıp yön değiştirmesiyle sonsuz olarak çoğaltılabilen, belki de sonsuzluk kavramını sembolize eden geometrik desenler geliştirilmiş; kara, üçgen, daire ve sekizgen gibi bağımsız elemanlar yan yana veya üst üste konarak, ya da iç içe geçirilerek anlaşılması ve çözülmesi güç kompozisyonlar elde edilmiştir. Bir çizgi sanatı olan "hat" sanatı da, İslâmlık devrinde birdenbire büyük bir gelişme göstermiştir.

Hat sanatının  doğmasında ve gelişmesinde, bu sanatın İslâm anlayışına ve zevkine uyan bir çizgi sanatı olmasının yanı sıra, dinde önemli rol oynamıştır. Kur'an'da yazılanlar Allah'ın emirleri olduğu için, Allah'ın emirlerini anlatmaya aracı olan yazılar ve bu yazıları süslü bir şekilde yazarak kelimelerin anlamını vurgulayan hattatlar büyük önem kazanmıştır. Kur'an'ın Arapça yazılmış olması, Arap yazısına üstünlük sağlamış, kısa bir süre içinde çeşitli üslupta yazılar geliştirilmiştir. Yazının bir süsleme elemanı olarak sanata girmesi, İslâmlık devrinin getirdiği en önemli yeniliklerden biri olmuştur.


İslâm, hiçbir beşerî arzu ve ihtiyacı reddetmez. İnsanın ruhî ve bedenî yaratılışına, psikolojik ve biyolojik vasıflarına uygun olmak şartıyla bütün beşerî ihtiyaç ve arzuların serbestçe tatmin edilmesini mubah sayar. İslâm dini ne kadar tabii ve fıtrî ise, musiki de o kadar tabii ve fıtrîdir. Musikinin iptidai maddesi olan ses ve ölçü Allah tarafından yaratılmış ve insan ruhuna yerleştirilmiştir. Allah tarafından insan ruhuna yerleştirilen bu duyguyu söküp atmak mümkün değildir. Bundan dolayı İslâm dini ile musiki arasında bir uygunluğun bulunacağı, bunların birbirine zıt düşmeyeceği tabiidir. Beşeri duyguların en tabii olanlarından birinin, estetik his olduğu hususunda şüphe yoktur. İnsanlarda güzellik hissi mevcuttur. İnsanlık güzele karşı daima bir ilgi duymuştur. Güzele karşı duyulan bu ilgi ve meyil neticesinde çeşitli sanat eserleri meydana getirilmiştir. Beşerin ruhunda mevcut güzellik duygusunun hariçteki bir ifadesi olan bu nevi sanat eserlerine tarihin her devrinde rastlamak mümkündür.

Musiki, lehte ve aleyhte günümüze dek tartışma konusu olmuştur. Bu husustaki gereksiz tartışmaları sizlere aktarmak istemiyor, güzel sanatların bir kolunu teşkil eden musiki konumuzu şu veciz sözlerle noktalamak istiyorum: Musiki, âşıkın aşkını, fâsıkın fıskını artırır. Musiki denilen nutk-ı ilâhî Bir coşkun denizmiş nâmütenâhî. Yunus'tan Kazasker Mustafa İzzet Efendi'ye kadar uzanan bu çizgi bugüne olduğu kadar, daha pek çok asırlara ses, söz ve hikmetlerini duyurabilecek güçte ve zenginliktedir.
 Itrî bestelesin tekbirini, Evliya okusun Kur'anlar,
 Ve Kur'an'ı göz nuruyla çoğaltan Kayışzâde Osman'lar...
 Natını Galip yazsın, Mevlid'ini Süleyman'lar... 
Sütunlar, kemerler, kubbeleriyle Geri gelsin Sinan'lar...
Özle biçim, yani imanla sanat öyle birleşmiştir ki, birini diğerinden ayırmak mümkün değil. Din ile sanatı birbirinden ayırmak mümkün... Dinin işlevi başka, sanatın işlevi başkadır demek de mümkün; fakat yaşantı olarak ele alındığında, din ile sanatın birbirinden ayrılmayacağı görülmektedir. Yaşantısız bir sanat kuru, yüzeysel ve coşkusuz olur. Sanatsız din, hayattan kopuk, kuru birtakım ahlâkî manzumeler yığını olur. Bu sebeple sanattan dini, dini sanattan ayrı düşünemeyiz. Dinin gerektirdiği ibadet yerleri bile büyük sanat eserleridir.

 Cami, plânını, toplu olarak kılınan namazın gereklerinden almıştır. Bir sanat eseri olarak cami, sadece içinde namaz kılınan bir yer değildir. Namaz cami olmadan da kılınabilir. Camide onu yapan ulusun bütün psikolojisi, ulusal benliği de vardır. Bu gaye ve düşünceyle yapılan Süleymaniye camisinde kubbe, dayanacağı yerlere yüklenmiş değil, adeta gökten inmiş de konmuş gibidir. Mihrap, minber, millî oymacılığımızın incelik harikalarıdır. Bunun içindir ki din ve sanat hep olacaktır. Çünkü hayat vardır, dinsiz, sanatsız bir yaşantı söz konusu değildir. İslâmî açıdan sanatın lüzumunu değerlendirmek gerekirse; sanatlar ve ticaretler bir toplum için farz-ı kifâye'dir. Çünkü sanatlar ve ticaretler bırakılırsa hayat felce uğrar, halkın çoğu helâk olur. Herkes bir sanat dalında çalışsa, diğer dallar durur ve yine toplumun yaşaması güçleşir. Bu itibarla; sanat dallarında çalışan mü'minler birer farz-ı kifâye'yi ifa etmek niyeti ile çalışmalıdırlar. ''

Uludağ Üniversitesinde yayınlanan bir makalede İslamda sanatın etkisi şu şekilde yorumlanmıştır. 

*Şer'i hukuk hiçbir özel sanat biçimi emretmez; yalnızca bu biçimlerin ifade alanlarını kısıtlar, ve kısıtlamalar yalnız başına yaratıcı değildirler. Sanat ne başlı başına haram ne de helaldir kullanış biçimimize amacımıza göre değişir.

Bir Holywood filminde bir kuşun solucan yeme sahnesi için sanatçılar birbirine düşüyor ve o solucanın doğal yollarla ölmüş olması gerekmelidir diyorlar.(tamam güzel lafım yok ama) bir solucan için sanatlarına yön veren insanların sanat için soyunurum diyerek insanlıklarından vazgeçmesi ruhlarını karartıp hayvani olan nefislerinin köleliğini yapmaları, maneviyat konusunda kural tanımamaları (biz özgürüz diyerek sadece din kurallarını iplememeleri ama işlerine gelen din harici kuralları uygulamaları) dine düşman bir ideoloji sergilediklerinin sembolüdür.

Hoşgörü dini olan İslâm, sanata yeni soluklar aldırdı.Figür sanatından başka bir şey bilmeyen insanlığa soyut sanatı öğretti. Sanata yeni görüşler kattı, yeni yorumlar getirdi. Soyut (nonfigüratif),o dantel gibi akıllara durgunluk veren süslemeyi Müslümanlar keşfettiler.Batılıların hayran kaldıkları Elhamra'yı onlar meydana getirdiler. Doğu halılarının o güzellik ve ihtişamına hiçkimse ulaşamadı. Müslümanlığın sembolü olan cami, boş bir yapıdır.Orada sunaklar, heykeller, tanrı vermiş resimleri yoktur. Mozaiklerle,mermer kakmalarla, ahşap oymalarla ve alçıyla yapılan çok canlı ve zengin dekorasyonun tümü figürsüz, soyut motiflerden oluşur.

 Hem zaman hem de mekan olarak İslam sanatının birliğini kimse inkar etmeyecektir; bu çok açıktır; sanat eseri Kurtuba'da bir cami, Semerkant'ta büyük bir medrese, Mağrip'te bir evliya mezarı olsun, isterse Çin Türkistan'ında türbe olsun, sanki hepsinden aynı ışık saçılmaktadır. Öyleyse bu birliğin doğası nedir? Şer'i hukuk hiçbir özel sanat biçimi emretmez; yalnızca bu biçimlerin ifade alanlarını kısıtlar, ve kısıtlamalar yalnız başına yaratıcı değildir.*

KAYNAKLAR:
Çam, Prof. Dr. Nusret, İslâm'da Sanat,
Erkul, Vedat, Sanat ve İnsan, 52-53, Timaş Yay., İstanbul-1996.
Serin, Muhittin, Hat Sanatımız, 12-15, Kubbealtı Yay., İstanbul-1982.
Yetkin, Ord. Prof. Suut Kemal, 1-2, Ankara-1965.
Yahya Kemal, Aziz İstanbul, 120, MEB. Yay., İstanbul-1995.
Batılı Gözüyle İslâm Kültür ve Medeniyeti, çev: Müjdat Karayerli-Murat Özyiğit, 138-140,Esra Yay.,İst.1994.
Erginsoy, Dr. Ülker, İslâm Maden Sanatının Gelişmesi, 1-2, Kültür Bakanlığı Yay., İstanbul-1978.
Uludağ, Süleyman, İslâm Açısından Musiki ve Semâ', 11-15, İrfan Yay., İstanbul-1976.
Ayvazoğlu, Beşir, İslâm Estetiği ve İnsan, 149, Çağ Yay., İstanbul-1989.
Diyanet İşleri Başkanlığı, Din İşleri Yüksek Kurulu'nun "Musiki İle İlgili Standart" fetvası.
Buhari, Tecrit, 3/151, Iydeyn, Hadis no: 513; Müslim, Salâti'l-Iydeyn, 5/27, Hadis no: 17; Mâce, Nikâh, 5/318, Hadis no: 1898; Sünenü'n-Nesei, Salâti'l-Iydeyn, 3/287,Bab:36.
TDVİA, 10/488 "Eğlence" mad.
Öztuna, Yılmaz, Itrî, 33, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., Ankara-1987.
Turgut, Prof. Dr. İhsan, Sanat Felsefesi, 169, Üniversite Kitabevi, İzmir-1993.

1 yorum:

Tatlı'dan Tuzlu'ya.. dedi ki...

Kalemine yüreğine sağlık..