Sevgili hocam rahmetullahi aleyh Profesör Dr. Mahmud Es'ad Coşan Hocaefendinin muhterem evladı, Nakşibendi-Halidi kolu şeyhi, İskenderpaşa grubu lideri evlad-ı Resul, çok saygın, çok kıymetli Muharrem Nurettin Coşan Hocaefendi bir konuşmasında şunları söylemiş:
''Okuma, hızlı okuma, yazma alışkanlıklarımızı geliştirme, bilgisayar, yabancı dil ve temel dini ilimleri öğrenme; halkla ilişkiler, hitabet, güzel sanatlar alanlarında; her seviyede ve sürekli çaba harcamalıyız.''
Hitabet, güzel sanatlar, halkla ilişkiler hem toplum hem de fertler açısından ne kadar önemlidir bilirsiniz.
Türkiye Cumhuriyeti tarihi boyunca sanat konusu çok işlenmiş, en çok da İslamın sanki sanat düşmanı olduğu fikri zihinlere yerleştirilmeye çalışılmıştır. Bu ne kadar abes, ne kadar hünharca bir eleştiridir. İşin acı tarafı da İslamiyetin İ'sini bilmeyen insanlar kendilerince bu konularda ahkam yürütmüştür.
Türkiye Cumhuriyeti tarihi boyunca sanat konusu çok işlenmiş, en çok da İslamın sanki sanat düşmanı olduğu fikri zihinlere yerleştirilmeye çalışılmıştır. Bu ne kadar abes, ne kadar hünharca bir eleştiridir. İşin acı tarafı da İslamiyetin İ'sini bilmeyen insanlar kendilerince bu konularda ahkam yürütmüştür.
Halbuki İslam estetik ve güzelliktir. Zerafettir, Gönüllere hitap eder. Ruhları teskin eder. Okunan ayet ve hadisler insan ruhunda adeta çiçekler açtırır.
Fakat İslamın hudutları vardır, kuralları vardır. Kur'an-i Kerim'de ''Allah'ın hudutlarını çiğnemeyin'' buyrulur. Her kurumun , her devletin, her teşkilatın, her dinin hudutları yok mudur? İşte sanat hususunda anlaşılamayan da budur.
İslam ve sanat konusunda değerli araştırmanların şu sözlerine dikkat kesilelim.
İslam ve sanat konusunda değerli araştırmanların şu sözlerine dikkat kesilelim.
''Şer'i hukuk hiçbir özel
sanat biçimi emretmez; yalnızca bu biçimlerin ifade alanlarını kısıtlar, ve kısıtlamalar
yalnız başına yaratıcı değildirler.'' diyor. Ve aşağıda çok değerli alimlerin makalelerinden kesip aldığım alıntıları sizlerin istifadenize sunarak, İslam ve sanat üzerinde değerli okuyucularımı biraz düşündürmek istedim.
''İslâm dininin tasvir yapmayı yasakladığı ve bu yasağın
İslâm sanatının değişik bir yönde gelişmesine yol açtığı genel olarak
benimsenmiş bir görüştür. Kur'an'da putlara tapmayı yasaklayan emir, zamanla
hadis bilginleri tarafından her çeşit canlı resminin yapılmasının günah olduğu şeklinde
yorumlanmıştır. İslâm sanatında "çizgi"nin erken devirlerden itibaren
önem kazandığı görülür. Düz, zikzak veya kıvrılan çizgilerin uzayıp yön değiştirmesiyle
sonsuz olarak çoğaltılabilen, belki de sonsuzluk kavramını sembolize eden
geometrik desenler geliştirilmiş; kara, üçgen, daire ve sekizgen gibi bağımsız
elemanlar yan yana veya üst üste konarak, ya da iç içe geçirilerek anlaşılması
ve çözülmesi güç kompozisyonlar elde edilmiştir. Bir çizgi sanatı olan
"hat" sanatı da, İslâmlık devrinde birdenbire büyük bir gelişme
göstermiştir.
Hat sanatının doğmasında ve gelişmesinde, bu sanatın İslâm anlayışına
ve zevkine uyan bir çizgi sanatı olmasının yanı sıra, dinde önemli rol oynamıştır.
Kur'an'da yazılanlar Allah'ın emirleri olduğu için, Allah'ın emirlerini
anlatmaya aracı olan yazılar ve bu yazıları süslü bir şekilde yazarak
kelimelerin anlamını vurgulayan hattatlar büyük önem kazanmıştır. Kur'an'ın
Arapça yazılmış olması, Arap yazısına üstünlük sağlamış, kısa bir süre içinde
çeşitli üslupta yazılar geliştirilmiştir. Yazının bir süsleme elemanı olarak
sanata girmesi, İslâmlık devrinin getirdiği en önemli yeniliklerden biri olmuştur.
İslâm, hiçbir beşerî arzu ve
ihtiyacı reddetmez. İnsanın ruhî ve bedenî yaratılışına, psikolojik ve
biyolojik vasıflarına uygun olmak şartıyla bütün beşerî ihtiyaç ve arzuların
serbestçe tatmin edilmesini mubah sayar. İslâm dini ne kadar tabii ve fıtrî
ise, musiki de o kadar tabii ve fıtrîdir. Musikinin iptidai maddesi olan ses ve
ölçü Allah tarafından yaratılmış ve insan ruhuna yerleştirilmiştir. Allah tarafından
insan ruhuna yerleştirilen bu duyguyu söküp atmak mümkün değildir. Bundan dolayı
İslâm dini ile musiki arasında bir uygunluğun bulunacağı, bunların birbirine zıt
düşmeyeceği tabiidir. Beşeri duyguların en tabii olanlarından birinin, estetik
his olduğu hususunda şüphe yoktur. İnsanlarda güzellik hissi mevcuttur. İnsanlık
güzele karşı daima bir ilgi duymuştur. Güzele karşı duyulan bu ilgi ve meyil
neticesinde çeşitli sanat eserleri meydana getirilmiştir. Beşerin ruhunda
mevcut güzellik duygusunun hariçteki bir ifadesi olan bu nevi sanat eserlerine
tarihin her devrinde rastlamak mümkündür.
Musiki, lehte ve aleyhte
günümüze dek tartışma konusu olmuştur. Bu husustaki gereksiz tartışmaları
sizlere aktarmak istemiyor, güzel sanatların bir kolunu teşkil eden musiki
konumuzu şu veciz sözlerle noktalamak istiyorum: Musiki, âşıkın aşkını, fâsıkın
fıskını artırır. Musiki denilen nutk-ı ilâhî Bir coşkun denizmiş nâmütenâhî.
Yunus'tan Kazasker Mustafa İzzet Efendi'ye kadar uzanan bu çizgi bugüne olduğu
kadar, daha pek çok asırlara ses, söz ve hikmetlerini duyurabilecek güçte ve
zenginliktedir.
Itrî bestelesin tekbirini, Evliya okusun Kur'anlar,
Ve Kur'an'ı
göz nuruyla çoğaltan Kayışzâde Osman'lar...
Natını Galip yazsın, Mevlid'ini
Süleyman'lar...
Sütunlar, kemerler, kubbeleriyle Geri gelsin Sinan'lar...
Özle biçim, yani imanla sanat öyle birleşmiştir ki,
birini diğerinden ayırmak mümkün değil. Din ile sanatı birbirinden ayırmak
mümkün... Dinin işlevi başka, sanatın işlevi başkadır demek de mümkün; fakat yaşantı
olarak ele alındığında, din ile sanatın birbirinden ayrılmayacağı
görülmektedir. Yaşantısız bir sanat kuru, yüzeysel ve coşkusuz olur. Sanatsız
din, hayattan kopuk, kuru birtakım ahlâkî manzumeler yığını olur. Bu sebeple
sanattan dini, dini sanattan ayrı düşünemeyiz. Dinin gerektirdiği ibadet
yerleri bile büyük sanat eserleridir.
Cami, plânını, toplu olarak kılınan namazın
gereklerinden almıştır. Bir sanat eseri olarak cami, sadece içinde namaz kılınan
bir yer değildir. Namaz cami olmadan da kılınabilir. Camide onu yapan ulusun
bütün psikolojisi, ulusal benliği de vardır. Bu gaye ve düşünceyle yapılan
Süleymaniye camisinde kubbe, dayanacağı yerlere yüklenmiş değil, adeta gökten
inmiş de konmuş gibidir. Mihrap, minber, millî oymacılığımızın incelik
harikalarıdır. Bunun içindir ki din ve sanat hep olacaktır. Çünkü hayat vardır,
dinsiz, sanatsız bir yaşantı söz konusu değildir. İslâmî açıdan sanatın
lüzumunu değerlendirmek gerekirse; sanatlar ve ticaretler bir toplum için farz-ı
kifâye'dir. Çünkü sanatlar ve ticaretler bırakılırsa hayat felce uğrar, halkın
çoğu helâk olur. Herkes bir sanat dalında çalışsa, diğer dallar durur ve yine
toplumun yaşaması güçleşir. Bu itibarla; sanat dallarında çalışan mü'minler
birer farz-ı kifâye'yi ifa etmek niyeti ile çalışmalıdırlar. ''
Uludağ Üniversitesinde yayınlanan bir makalede İslamda sanatın etkisi şu şekilde yorumlanmıştır.
Bir Holywood filminde bir
kuşun solucan yeme sahnesi için sanatçılar birbirine düşüyor ve o solucanın doğal
yollarla ölmüş olması gerekmelidir diyorlar.(tamam güzel lafım yok ama) bir
solucan için sanatlarına yön veren insanların sanat için soyunurum diyerek
insanlıklarından vazgeçmesi ruhlarını karartıp hayvani olan nefislerinin köleliğini
yapmaları, maneviyat konusunda kural tanımamaları (biz özgürüz diyerek sadece
din kurallarını iplememeleri ama işlerine gelen din harici kuralları
uygulamaları) dine düşman bir ideoloji sergilediklerinin sembolüdür.
Hoşgörü dini olan İslâm, sanata yeni soluklar aldırdı.Figür
sanatından başka bir şey bilmeyen insanlığa soyut sanatı öğretti. Sanata yeni
görüşler kattı, yeni yorumlar getirdi. Soyut (nonfigüratif),o dantel gibi akıllara
durgunluk veren süslemeyi Müslümanlar keşfettiler.Batılıların hayran kaldıkları
Elhamra'yı onlar meydana getirdiler. Doğu halılarının o güzellik ve ihtişamına
hiçkimse ulaşamadı. Müslümanlığın sembolü olan cami, boş bir yapıdır.Orada
sunaklar, heykeller, tanrı vermiş resimleri yoktur. Mozaiklerle,mermer
kakmalarla, ahşap oymalarla ve alçıyla yapılan çok canlı ve zengin dekorasyonun tümü figürsüz, soyut motiflerden oluşur.
Hem zaman hem de mekan olarak İslam sanatının
birliğini kimse inkar etmeyecektir; bu çok açıktır; sanat eseri Kurtuba'da bir
cami, Semerkant'ta büyük bir medrese, Mağrip'te bir evliya mezarı olsun,
isterse Çin Türkistan'ında türbe olsun, sanki hepsinden aynı ışık saçılmaktadır.
Öyleyse bu birliğin doğası nedir? Şer'i hukuk hiçbir özel sanat biçimi
emretmez; yalnızca bu biçimlerin ifade alanlarını kısıtlar, ve kısıtlamalar
yalnız başına yaratıcı değildir.*
KAYNAKLAR:
Çam, Prof. Dr. Nusret, İslâm'da Sanat,
Erkul, Vedat, Sanat ve İnsan, 52-53, Timaş Yay., İstanbul-1996.
Serin, Muhittin, Hat Sanatımız, 12-15, Kubbealtı Yay., İstanbul-1982.
Yetkin, Ord. Prof. Suut Kemal, 1-2, Ankara-1965.
Yahya Kemal, Aziz İstanbul, 120, MEB. Yay., İstanbul-1995.
Batılı Gözüyle İslâm Kültür ve Medeniyeti, çev: Müjdat Karayerli-Murat Özyiğit, 138-140,Esra Yay.,İst.1994.
Erginsoy, Dr. Ülker, İslâm Maden Sanatının Gelişmesi, 1-2, Kültür Bakanlığı Yay., İstanbul-1978.
Uludağ, Süleyman, İslâm Açısından Musiki ve Semâ', 11-15, İrfan Yay., İstanbul-1976.
Ayvazoğlu, Beşir, İslâm Estetiği ve İnsan, 149, Çağ Yay., İstanbul-1989.
Diyanet İşleri Başkanlığı, Din İşleri Yüksek Kurulu'nun "Musiki İle İlgili Standart" fetvası.
Buhari, Tecrit, 3/151, Iydeyn, Hadis no: 513; Müslim, Salâti'l-Iydeyn, 5/27, Hadis no: 17; Mâce, Nikâh, 5/318, Hadis no: 1898; Sünenü'n-Nesei, Salâti'l-Iydeyn, 3/287,Bab:36.
TDVİA, 10/488 "Eğlence" mad.
Öztuna, Yılmaz, Itrî, 33, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., Ankara-1987.
Turgut, Prof. Dr. İhsan, Sanat Felsefesi, 169, Üniversite Kitabevi, İzmir-1993.
1 yorum:
Kalemine yüreğine sağlık..
Yorum Gönder