İlçe kütüphanesi küçük bir kütüphane. Şipşirin bir bahçe içinde, şehrin tenha, mütevazi bir sokağında.. Ayda bir iki defa uğrar, işime yarayacak bir kitap ararım. Bu günlerde öykülerle ilgilenmeye başladım. Okuduğum öykü kitabını verip, raflarda yeni bir öykü aramaya başlarken, küçük bir kitabın üzerinde MUAMMER DOLMACI yazısını gördüm. Muammer Dolmacı'nın adını ilk kez Es'ad Hocaefendinin bir makalesinde okumuştum.
Salihlerin anıldığı yere rahmet yağarmış; bu yüzden hayırlı güzel insanlardan bahsedilmesini seviyorum.
Kitabın sayfalarını şöyle bir çevirdiğimde Muammer Dolmacı için farklı kişiler tarafından yazılan otuza yakın makale olduğunu gördüm. Onun hakkında sadece küçük bir makale okumuştum. Daha başka neler yazmışlar, neler demişler, bilmek istedim; Mevla derecesini yüksek eyleye..
İlk makale Es'ad Coşan rahmetullahi aleyhindi. Dikkatle incelediğimde bu makalenin hocaefendinin önceki okuduğum makalesi olmadığını farkettim, ve ya bana öyle geldi.
Şu paragraftaki; 'alnı alna dayamak' ibaresi ilgimi çekmişti.
''Son derece içten, samimi ve sokulgandı; insanın boynuna sarılır, bazen alnını alnına dayar, kalp kazanacak, gönül yapacak, sevgi uyandıracak tatlı şeyler söylerdi. Küçüğüne dahi mütevaziane 'ağabey' diye hitap ederek konuşurdu, asla kibir, gurur göstermez; nice yüksek görevlerde bulunduğu halde mevki ve makam çalımı ve tafrası satmazdı.''
Efendimiz sallallahü aleyhi vesellem bir hastanın yanına vardığında elini hastanın alnına koyarmış. Efendimiz sallallahü aleyhi vesellem gene kızı Fatıma radyallahü anhüma'yı karşılarken alnından öpermiş.
Alın ve hürmet.. Alın ve şefkat.. Alın ve dostluk..
Çocukken annem ya da babam ya da babaannem ve yahutta herhangi bir büyüğüm, hastalandığımda ilk olarak ellerini alnıma koyarak ateşime bakarlardı. Bu bana muhteşem bir güç verirdi. Önemsendiğimi, sevildiğimi hissederdim.
Muammer Dolmacı merhumun bir arkadaşına sarılırken alnını arkadaşının alnına dayaması merhum hocamın da dikkatini çekmiş. Dostluğu pekiştiren içten bir jest demekki.
Şimdi erkekler selamlaşırken buna benzer bir şey yapıyorlar. Fakat asla hocaefendinin Muammer Dolmacı'da bahsettiği 'insanın boynuna sarılır, bazan alnını alnına dayar, kalp kazanacak, gönül yapacak, sevgi uyandıracak tatlı şeyler söylerdi.' ifadesinin yansıttığı dostluğu sergileyemiyorlar. Şimdiki adamların alın alına selamlaşmaları, alnı alna değdirmek değil, alın tokuşturmak tarzında. Çok affedersiniz tekelerin süsüşmelerine benziyor. Birbirlerinden uzak ve iticiler..
Örf ve adetimizde, güzel dinimizde selamlaşmanın müstesna bir yeri vardır. Bu yüzden ecdadımız adab-ı muaşeretin bir çeşidi olan selamlaşma konusunda eserler yazmışlar, Türk-İslam kültüründe selamı bir inci gibi işlemişlerdir. Bunlardan iki örnek sunuyorum. Adab-ı muaşeretin anlatıldığı bir yerde selamlaşmayı bakın nasıl tanımlamışlar;
İki kişinin karşılaşınca, birbirleriyle önce elele tutuşmaları (musafaha), yani avuçlarının içlerini birbirine yapıştırıp, sonra birbirlerine sarılıp yüz-yüze bakışmaları gerekir.
Bir de temanna varmış ki eskilerin selamlaşmalarıymış, şöyle ki;
Sünnet medeniyetinin çocukları olan Osmanlı, 'Gülümseyiniz, müminin mümine gülümsemesi sadakadır' hadisi ve 'selamı yayınız' tavsiyesi çerçevesinde, gülümseyerek selam verirlerdi. Bunu yalnızca sözle yapmaz; bir elini 'muhabbetin yüreğimde' anlamında göğsüne bastırır, sonra 'yadın dilimde' anlamında dudaklarına değdirir, oradan da 'başımın üzerinde yerin var' anlamında başına koyarlardı. Bu selamlaşma usülüne temanne denirdi. (Yavuz Bahadıroğlu'nun bir yazısından)
Bana bu yazıyı yazmamda ilham olan merhum Muammer Dolmacı'nın anlatıldığı makalenin edep, sevgi, dostluk örneklerinin en güzelleriyle dolu iki bölümle de yazımı sonlandırıyorum.
''Çok iyi bir dervişti, şeyh ve müridlerinin sevgi ve iltifatına mazhar olduğunu iyi biliyorum. Bir kere hocamız Muhammed Zahid Kaddesallahü sırrahu hazretlerine bir tebrik mektubu göndermiş, kısa bir kaç paragraf, fakat sevgi, saygı samimiyet ve edep, timsali... Hocam açtı, okudu, çok beğenmiş olarak bendenize uzattı: 'Bak oku, edep, ihlas, bağlılık, dervişlik nasıl oluyor, gör' buyurdu.''
*******
''Hocalarına çok bağlı ve itaatli idi. Bir kere müsteşar iken, bir bölge müdürünü takip ve teftiş sonucu, isyan ve itaatsizliğinden dolayı cezalandırması noktasına gelmiş. O müdür İskenderpaşa'da hocamıza gelip yalvarıp, yakarmış. Ben de Ankara'dan kısa bir müddet İstanbul'a gelmiş dönüyordum. Hocam:
-Es'ad Muammer'e söyle, filanca müdüre ceza vermesin, buyurdu.
Gittim hocamızın selamını ve emrini tebliğ ettim. O müdür merhumu çok üzmüş olacak ki bu emri ilk duyunca sanki yüzüne vurulmuş gibi koltuğunda sarsıldı ama son derece süratle kendini toparladı, derhal;
-Başüstüne, kerata (müdür) hiç olmazsa nereye müracaat edeceğini doğru bilmiş, diye cevap verdi.'' (Es'ad Coşan)
Gülsen Nurdoğan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder