20 Nisan 2013 Cumartesi

MEKTUP YAZACAĞIM EFENDİMİZE!



Yirmi Nisan Efendimiz sallallahü aleyhi vesellemin doğduğu gün.. Bol yağmurlarla rahmet ayıdır; toprak, yağmur, çiçek böcek yeniden canlanır, yeniden doğarlar.. Rahmet ayıdır Nisan. Balığın karnında inci, yılanın tükrüüğünde zehir..

Böyle bir yirmi Nisan, kutlu bir gün oldu asırlar önce. Güneş yeryüzünü ısıtıyor, çiçekler boyun büküyorlardı. Otlar yerden fışkırırcasına çıkıyor, bu günkü gibi belki incecik bir yağmur yağıyordu.. Bilmiyorum, bilmiyoruz fakat kayıtlar Muhammed Mustafa'nın doğduğu günü gösteriyor; 20 Nisan 571, pazartesi/ Mekke..

Mektup yazacağım Efendimize! Huzuruna çıkıp derdimi dökeceğim.. Ahvalim bildireceğim.. Kalpten kalbe yol gider, her ümmetinin kalbinden Peygamber-i zîşanın gönlüne bir akım vardır, bir serzeniş vardır, bir iç döküş vardır.. Ben de gönlümle konuşacağım. Kalem, dil ve dudak iletişim için bir vasıtaysa gönül de böyle bir vasıtadır.. Gönül dilimle konuşacağım ve  şifa olacak..

Selamün aleyküm ya Resulallah! Anam babam, canım sana kurban olsun.

 Bu yemin sahabeyin yemini.. Candan ve içten söylerlerdi.. Ana, baba ve can, insanın en kıymetlisiyken sen daha kıymetli olurdun. Anam, babam en sevdiğim!..  Şayet cansa en sevdiğim, o da feda oluverse!.. Ah oluverse!.. Fakat kabul edilir mi? Bizim canımız, bizim sevdiğimiz nedir ki alemlere rahmet olarak gönderilen Resulullaha feda olabilsin?..

Bu gün yirmi Nisan. Her ne kadar hicri takvimdeki güne gelse de doğduğun gün; bu mevsimi, böyle bir bahar günü dünyayı şenlendirdiğini düşünüp yirmi Nisanları seviyorum..

Mekke'de Nisan nasıldır ya Resulallah? Bilmem ki nasıl? Sanırım orda da bahardır. Sanırım orda da otlar yeşerir. Kıştan yaza çıkıştır Nisan orda da!..

Ellerin gül kokarmış. Ve ya misk. Öyle diyor çocuk sahabelerin; saçlarını, yanaklarını okşadığın miniklerin.. ''Elleri ıtır sepetinden çıkmış gibi kokardı..'' dediklerini hatırlıyorum, hayatının anlatıldığı bir kitaptan.

Seni hep güller ile anıyorlar şimdi. Gül Muhammed, diyorlar. Fakat biliyorum ki güller de anlatamaz seni!  Ve de kokunu!..



''Bu gün yirmi Nisan!..'' dedi çocuğum. Sanki unutmuşum.. Herkes seni anlatıyor.. Kutlu doğum günleri adı altında.. Yazılıyorsun, çiçek çiçek çiziliyorsun, nağme nağme söyleniyorsun!

 Ben sustum..!

Yüreğimde bir kor ateş var. Adını anmaya bile korkar oldum. Yakınına gelmekten, bir selam vermekten haya eder oldum.. Hata bulutları kapladı üzerimi. Senin ümmetin böyle olamaz, diye kendimden utanıyorum..

Bu bir mektup.. Bir iç döküş sana.. Hem de tek başına değil bu kez.. Onlarca, yüzlerce kişiyle birlikte..

Satırlarıma başlamadan önce elimi yanağıma koydum ve gözlerimi kapattım.. Sana tevessül ettim; yazabilecek miyim Resulullaha diye..

Yazabildim.. Ve Okunuyor bu satırlar  biliyorum.. Adımı bir kez duysam, bir kez; Teslime, dense bana.. Ne büyük saadet senin tarafından anılmak.. Hz. Ali'nin ''Ebu Turab.. Ebu Turab!..'' diye sevinçten döndüğünü hatırlıyorum. Hani toprağın üzerine uzanmıştı da ayağınla dokunmuştun ve,
-Kalk ya Eba Turab! demiştin.. Ve ondan çok hoşlanmıştı Hz.Ali. Eba Turab isminden.. Hep böyle anılmak istedi..

Hangisini sayayım ki, Ebu Hureyre r.a'ın gerçek ismi bile unutuldu; sen vermiştin ona da Ebu Hureyre adını..

Ah gönlüm!.. Asr-ı saadette dolansa da gelse. Baştan sona bir gezsem de gelsem kutlu zamanını.. Yeniden açsam okusam siyeri Nebi'yi cilt cilt kitaplardan.. Her cümleyi irdelesem!..

Ya Resulallah! Bizi şefaatinden mahrum eyleme.. Sen müminler üzerine harissin. Üzerlerine titrersin. Bize bir sıkıntı erişmesi sana çok ağır gelir..

Ya biz?.. Kendimizi senin bizi düşündüğün kadar düşünebiliyor muyuz? ''Ey Rasülüm, insanlar hidayete gelmeyecek diye kendini paralayacaksın..!'' hitabına erdin. Tüm insanlar için çırpındın.. Ya biz?..

Ayetel Kürsi geliyor dilime:

''Allah izin vermeyince hiç bir şefaatçi şefaat edemez!''

Fakat sana Allah'ü Teala ümmetin için şefaat hakkı verdi. Biz de o şefaati isteriz. Allah'ın rahmetine, senin ümmetine olan düşkünlüğüne sığınarak..

Esselamü aleyke Ya Resulallah!..
Fedake ebi ve ümmi ya Resullallah!..

Bakma günahımıza, kızma noksanlığımıza.. Edebi öğrenemedik hala.. Adımcık adımcık yol alan bir karınca gibi, o güzel ahlak-ı hamidiyyene yürüyoruz.. Geleceğimiz nokta belki devede kulak kalacak fakat ne yapalım!.. Kim istemez senin gibi güzel ahlaklı olabilmeyi, senin gibi Rabbına ve onun mahlukatına karşı en yüksek edep içinde olabilmeyi.. Nasibimiz bol olsun!

Allah ümmetinden razı olsun..

                                                    GÜLSEN NURDOĞAN

Hiç yorum yok: