3 Şubat 2016 Çarşamba

Şubat 1998 (Prof. Dr. M. EsAD Coşan, Kadın ve Aile Dergisi Başmakaleleri)







Avustralya’daki gezi ve çalışmalarımız devam ediyor. Melborn’den kıtanın iç kısmındaki meşhur meyve şehri Mildura’ya geçtik. Büyük ve uzun Murry nehrinin kenarındaki bu yemyeşil şehirde pek çok dostumuz ve kardeşimiz var; radyo yayınımız var; yüz dönümlerce büyüklükte bağlar, portakal bahçeleri, meyvelikler var; pırıl pırıl güneş, tertemiz, sağlam, sağlıklı hava var. Çölün kenarında bir rüya âlemi gibi... Burada, geçen gelişimizdeki konferans ve sohbetlerimizden bizi tanıyan, bize ihvan olan Alevî kardeşler de var. Bu kez de gelip ziyarette bulundular, sağ olsunlar! Mevsim yaz, üzüm toplama, (piknik) zamanı, salkım salkım iri, çekirdeksiz sultanî üzümleri, sulu ve lezzetli valensiya portakallar, ağzınıza layık; karpuz, kavun, erik, elma, armut, mango, kivi, badem ve sair meyve çeşitleri...
Burada gördüğüm düzen, intizam, ciddiyet, serbestlik, rahatlık, hürriyet ve ciddi çalışma beni imrendiriyor. Durumu daima sevgili Türkiye’m ile karşılaştırıyorum ve ülkemiz namına çok üzülüyorum. Yönetim, hizmet ve toplum düzeninin yapısı bakımından, çağın çok gerisinde kalmışız, kavga ve çekişme ile vakit kaybedip güzel yurdumuzu berbat, yaşanılmaz bir zindan haline getiriyoruz; aziz milletimize çok zulüm, baskı ve gadir oluyor, çok yanlış, haksız, adaletsiz işler yapılıyor: İşte anarşi, işte rüşvet, işte adam kayırma, işte millet malını yağmalama, işte çeteler, işte hainler, işte ihlaller, işte ihtilaller, darbeler, hapisler, idamlar...
Yurdumuzu, halkımızı, hürriyet ve istiklalimizi, devletimizi, tarihimizi, medeniyetimizi, dinimizi, dilimizi, irfanımızı, birbirimizi çok sevmeli, çok saymalı, çok büyük titizlikle koruyup kollamalıyız. Birlik ve beraberliğimizi pekiştirecek tedbirler almalı, ülkenin parçalanmasına, halkın birbirine düşman olmasına, fitne çıkmasına sebep olacak her şeyden, şiddet ve dikkatle kaçınmalı; bozguncuları, fesatçıları derhal tedip ve tenkil etmeli; adalet ve hakkaniyetle, iman ve ihlasla hizmet edecek alim ve fazıl, uzman ve kâmil, aydın ve erdemli kimseleri işlerin başına getirmeliyiz ve de çok çalışmalıyız.
Mildura’nın 300 km. kadar kuzeyinde, bizler için çok önemli, çok anlamlı bir şehir olan Broken Hill var. Buraya, Avustralya’nın keşfi ve îmarı sırasında çok emekleri geçmiş olan Afganistanlı müslümanlar şirin bir cami yapmışlar, şimdi müze gibi, onu ziyaret ettik. Maalesef her zaman açık değil.
Osmanlılar son devirde Avrupalılarla mücadele ederken, padişah cihâd-ı ekber ilan etmiş, halîfe-i müslimîn olarak tüm müslümanları savaşa katılmaya çağırmış. Buradaki iki müslüman (Türk veya Afgan oldukları söyleniyor), çevrenin ve şartların nâmüsait olmasına bakmadan, “Mademki halifemiz emrediyor, biz de görevimizi yapmalıyız.” diyerek günlerce hazırlık yapmışlar, silah almışlar, mermi biriktirmişler, –dondurmacılık yaparlarmış– bir gün buradan savaş için toplanan askerlerin bindiği trene (İngilizler piknik treni diyorlar) ateş açmışlar, imkânları tükeninceye dek çarpışmışlar, yaralanmışlar, yakalanmışlar, şehit edilmişler, bu şehirdeki mezarlığa gömülmüşler, kabir yerleri belli değil ama bu olayı kitaplar önemle kaydediyor, dost düşman tüm Avustralyalılar biliyor, hayret ediyor, “Bu ne şuur, ne bağlılık, ne cesaret!” diyorlar.
Türkiye yöneticilerinin artık hükmü ve değeri kalmadı diye ilga ettikleri ‘hilafet’, dünya müslümanları üzerinde böyle etkin, böyle saygın, böyle ciddi, böyle önemli etkileri olan dinî bir ünvan imiş o zamanlar...
Broken Hill, çok zengin gümüş, kurşun, kalay, krom madeni filizlerinin işletildiği yirmi küsur bin nüfuslu bir çöl şehri. Şimdi maden kapatıldığı için önemini yitirmekte. Eski müslüman Afganlılar erimiş, yok olmuş. Cami bakımsız, harap, metruk. Allah (celle celâlüh) gamsız, şuursuz, sorumsuz, vurdumduymaz, gevşek, gafil, cahil, hımbıl, tembel müslümanları ıslah eylesin; şuurlu, gayretli, hassas, rikkatli, dikkatli, re’fetli, merhametli, haksever, hayırsever, mücahit, mübarek mü’minlere de hayrât ü hasenât, irşâd u cihâd, ilm u tâlîm, te’dîb ü terbiye hususlarında imkân ve vesait, âlât ü şerâit ihsân u ikrâm eylesin; hissedip de uygulayamamaktan, mahrûm u mahzûn kenarda boynu bükük kalmaktan korusun ve kurtarsın; Mehmet Âkif gibi:
“Ya hamiyyetsiz olaydım, ya param olsa idi.” diye üzüntülere gark
eylemesin!
Âmîn, bihürmeti Seyyidi’l-mürselîn ve İmâmi’l-müttakîn ve Şefîi’l-müznibîn Muhammedini’l-Mahmûdi’l-mahbûbi’l-emîn ve âlihî ve sahbihî ve men tebiahû bi-ihsânin ilâ yevmi’d-dîni ecmaîn.





*

Hiç yorum yok: