22 Şubat 2014 Cumartesi

KİMSEYE YARANILAMAYAN DÜNYADA


Sadi bir konuşmasında şöyle der:

Dünyada dünyanın cefasından kurtulmuş bir insan varsa o da halka karşı kapısını kapamış olandır. İster mürai olsun, ister özgönüllü, halkın dilinden kimse kurtulamaz. Melek gibi göklere uçsan bile gene kötü fikirlinin biri eteğine sarılır. Çalışmakla, çabalamakla Dicle'nin önünü kesebilirsen de kötü fikirlinin dilini bağlayamazsın.Birtakım namussuz kimseler toplanırlar: ''Filanca kuru sofudur, falanca ekmek düşmanıdır.'' diye dedikodu ederler.
Varsın elalem seni hiçe saysın, sen Hakk'a tapmaktan yüz çevirme. Kulundan yüce Tanrı razı olduktan sonra bunlar razı olmamışlar, ne çıkar?

Halkın fenalığını düşünen kimsenin Tanrı'dan haberi yoktur. Çünkü onun bunun kavgasını etmekten Tanrı'nın yoluna girememiştir. Bu yüzden, ilk adımda yanlış yol tutanlar, yollarını bir makama ulaştıramazlar.

Bir sözü iki kişi dinler; fakat aralarında melekle şeytanın arasındaki kadar fark vardır: Bunlardan biri o sözü öğüt diye kabul eder, öteki beğenmez, kusur aramaktan öğüt dinlemeye fırsat bulamaz.

Kapkaranlık yerde çaresiz kalmış bir insan dünyayı parlatan güneşten ne anlar? Aslan da olsan, tilki de olsan, yiğitlikle yahut kurnazlıkla bu dedikodulardan kurtulamazsın:

Mesela sohbete pek tahammülü olmayan bir kimse tutup halvet köşesine çekilse, ''Yaptığı iş riyadır, hiledir; insanlardan şeytan gibi kaçıyor'' diyerek onu zemmederler. Güleryüzlü, sıcakkanlı adamı namuslu ve takva sahibi olarak tanımazlar. ''Dünyada Firavun varsa odur!'' diye çekiştirerekten zenginin derisini yüzerler. Yoksulun biri yana yakıla ağlasa, ''mutsuz, uğursuz'' derler. Yoksul adam sıkıntı içinde kalsa devletsizliğine, mutsuzluğuna yorarlar. Muradınca yaşayan biri düşkünlese bunu ganimet bilirler; Tanrı'nın fazlı sayarlar. ''Bu mevki, bu azamet ne zamana kadar sürecekti? Elbette hoşluğun ardından nahoşluk vardır'' derler.

Saadet eli yufka, sermayesi az birinin payesi yüceliverse kinlerinden ona karşı dişlerini gıcırdatırlar; ''Zaten bu alçak dünya soysuzlara yar olur'' derler. Elinde bir iş görseler, seni hırslı, dünyaya tapıcı sayarlar. Elini işten çekip gayretini kessen, dilenci tabiatlı, hazıra konucu olduğunu söylerler. Güzel söz söylersen saçmalarla dolu bir davul, susarsan hamamdaki nakış olursun. Başkalarına tahammül edenleri adam yerine komazlar. ''Zavallı korkudan başını yerden kaldıramıyor'' diye düşünürler. Yiğitlik sevdasında olan heybetli kimselerden, bu ne biçim deliliktir, diye kaçarlar. Az yiyenlere yemiyenin malını yerler, derler. Güzel ve temiz yiyip içenin adı midesinin kölesidir, pisboğazdır. 

Malı mülkü bulunan biri giyinip kuşanmıyorsa -kendini bilenler için süs ayıptır ya- onu üzmek için kılıç gibi dil uzatırlar. Seyahat etmemiş birini gezmiş olan arkadaşları adam yerine koymazlar. Cihan görmüş olanın ise eğer başı dönük, talihi kötü biri varsa odur. Dünyadan biraz nasibi olsaydı felek onu şehirden şehire sürmezdi, derler.

Ayıp görücü kişi, ''onun yatıp kalkmasından yer bile incinir'' diye bekarı kınar. Adam evlenecek olsa, ''Gönlüne uydu da eşek gibi boynuna kadar balçığa battı'' derler. Cömerde ''Yeter dağıttığın! Yarın bir elin önünde, bir elin ardında kalacak'' diye öğüt verirler. Kanaatkar ve tutumlu olanlar da halkın dilinde esirdir; bu alçak da dünyayı hasretle bırakıp giden babasına dönecek, derler. 

Ne halkın cefasından çirkinler kurtulabilir, ne de güzeller çirkin sözlü alçaklardan. 

Selamet köşesinde kim oturabilmiştir? Peygamberimiz bile halkın fenalığından kurtulamadı. Hatta duymuşsundur: Benzeri, ortağı, eşi olmayan Tanrı için putperestler neler demezler...

Velhasıl dünyada kimse kimsenin elinden kurtulamaz. Dile düşen için biricik çare sabretmektir.

Yaaa!..

Sadi nasıl da çözmüş insanları. Şimdi biz ne diyelim bunca sözün üstüne? Kimseye yaranılmayan dünyada bir yolcu gibi gelip geçiciyiz. Ahiret istirahatgahımız olur inşallah.

Selam ve dua ile...

Teslime Gülsen Nurdoğan 

Hiç yorum yok: