Salih Mirzabeyoğlu bir seyyid!
Soyu Resulullah sallallahü aleyhi vesellemin kumandanlarından Halid Bin Velid Hazretlerine dayanmakta.
Habername'de onunla ilgili kaleme aldığım 2. yazı bu. Çünki onunla ilgili anlatılacaklar bir yazıyla bitecek gibi değil. Suçsuz yere müebbet hapiste. Tutuklu olduğu süre içersinde sayısız işkenceler görmüş. Her şeyden önce o bir mazlum! Zulme uğramış biri! 28 Şubatın mağdurlarından!..
O bir fikir adamı. Yazar, şair.. Bir düşünce insanı. Bir milletin fikir adamları özgür olmalıdır. Düşüncelerine pranga vurulmamalıdır. Kalemi elinden alınmamalıdır.
Salih Mirzabeyoğluna verilen en büyük ceza tefekkür ettirilmemesi ve tefekkürlerinin yazdırılmamasıdır. Çünki gördüğü telegram cezası -zihin kontrolü- onun belleğinin hasar almasına sebep olmakta.
Bir millet fikir adamlarıyla gelişir. Geriden gelen nesillerin ufuklarının daha da açılması için mütefekkirlere millet olarak topyekün ihtiyacımız vardır.
Salih Mirzabeyoğlu'nun suçsuz olduğu belgelerle sabitken onun hâlâ hapiste tutulması, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin adaletine gölge düşürmekte. Bir an önce bu adaletsizliğin giderilmesi gerekmektedir. Unutulmamalı ki mazlumların ahı koca koca saltanatları devirmiştir.
Resulullah sallallahü aleyhi veselleme sonsuz bir sevgi ve saygı gösterdiğine inandığımız başbakanımız ve kurmaylarının Efendimize hürmeten bir seyyide yapılan bu haksız zulmü bitireceğine inanıyoruz.
Salih Mirzabeyoğlu'nun tutuklu bulunduğu süre içerisinde hapishanede yaşadıklarını anlattığı (21 Şubat 2000'de ki duruşmasındaki savunması) şu bölümü okurken insanın kanı donuyor.
''Neticede beni tepeleyecekleri bir yer telaşesinde orası mı, burası mı derken, Metris Cezaevinin dış bahçeye açılan mevkiine kadar geldik. Oradan dışarıyı gören bir odanın penceresinden, -ben odanın kapısına yakındım-, bahçede sıraya dizilmiş arkadaşları gördüm ve hiç bir pratik yararı olmamasına rağmen beni tepeleyeceklerini işaret etmeye çalıştım. O anda Albay odadan çıktı ve:
-Zafer işareti falan yapmak yok; gel şuraya önce güzel güzel konuşalım! dedi, ve beni odadaki bir sandalyeye oturttu, ardından kollarım kelepçelendi ve hemen akabinde de dışarı çıkartılarak söz konusu grubun içine salındım. Üzerime üşüşenlerin tekme ve yumruk darbeleriyle yere düştükten sonra , kafama ve vücuduma yediğim sayısız darbeden sonra kendimden geçtim............
Neticede hadisenin vuku bulduğu yere koyulmuş bir masa üzerinde ayıltılırken, patlayan sol kaşıma dikiş atıldı ve masadan indirildim...........
Bütün vücuduma müthiş bir hissizlik ve uyuşukluk hakim şekilde, Kartal Cezaevine getirildim.Sol bacağımın üzerine basamıyorum. Bu haldeyken başlarında 4 sırmalı olduğunu sandığım bir Astsubay ve bir başka Astsubayla birlikte askerler, beni tepelemek üzere bir odaya aldılar; ve sesimin çıkmaması için ağzımı kapama çabaları sırasında kaşımın üzerindeki gazlı bez veya pamuk söküldü. Dışarı çıkarılınca doktor faslı:
Pişkin olmadığı tedirgin tavırlarından belli ve besbelli ki ''tenbihli'' adam bana:
-Sırtında bir darbe falan yok değil mi? dedikten sonra, muayene bitmiş olarak önündeki kağıdı dolduruyor... Acelesini bildiğim doktora:
-Yüzümde ve kafamda bir şey yok değil mi? deyince sanki kendisine farkında olmadığı bir şey söylemişim gibi, ''yok'' cevabını verdi; ve oradan koluma giren gardiyanlarla cezaevinin müşahade bölümüne götürülürken , bir gardiyanın arkadan sağ böğrümü bulan tekmesi...
Hemen söylemeliyim ki, bütün bunları, acıklı bir tasvirle merhamet devşirmek için değil, koruma ve kolluk görevinden cezaevine kadar bir bütünlük teşkil eden Adalet sisteminin halini göstermek için yazıyorum.''
Suçsuz bir insana hiç bir hukuki mesnedi olmayan bu işkenceler reva mıdır? Hadi o günün failleri belki bu gün yargılanıyorsa da neden hâlâ Mirzabeyoğlu Bolu F-Tipi cezaevinde bir suçlu gibi tutulmaktadır?
Her şeyin de ötesinde ben aciz bir kul olarak Hz. Muhammed sallallahü aleyhi vesellemin bir ümmeti olarak suçsuz bir insana, müslüman bir ilim adamına, bir seyyide ki, Osmanlı hükümeti seyyidlerin ve şeriflerin kıymetini çok iyi bilirdi, onlara hususi maaş bağlardı, şeref ve izzetlerine dokundurtmazdı.
Ya şimdi? Bakın şu manzaraya? Ümmetin suskunluğu!!!
Sana şikayet ediyorum Ya Resulallah! Aciz bir ümmetin olarak, sana ve evlatlarına Allah'tan ve Senden ötürü muhabbet eden bir ümmetin olarak sana şikayet ediyorum...
Teslime Gülsen Nurdoğan
Soyu Resulullah sallallahü aleyhi vesellemin kumandanlarından Halid Bin Velid Hazretlerine dayanmakta.
Habername'de onunla ilgili kaleme aldığım 2. yazı bu. Çünki onunla ilgili anlatılacaklar bir yazıyla bitecek gibi değil. Suçsuz yere müebbet hapiste. Tutuklu olduğu süre içersinde sayısız işkenceler görmüş. Her şeyden önce o bir mazlum! Zulme uğramış biri! 28 Şubatın mağdurlarından!..
O bir fikir adamı. Yazar, şair.. Bir düşünce insanı. Bir milletin fikir adamları özgür olmalıdır. Düşüncelerine pranga vurulmamalıdır. Kalemi elinden alınmamalıdır.
Salih Mirzabeyoğluna verilen en büyük ceza tefekkür ettirilmemesi ve tefekkürlerinin yazdırılmamasıdır. Çünki gördüğü telegram cezası -zihin kontrolü- onun belleğinin hasar almasına sebep olmakta.
Bir millet fikir adamlarıyla gelişir. Geriden gelen nesillerin ufuklarının daha da açılması için mütefekkirlere millet olarak topyekün ihtiyacımız vardır.
Salih Mirzabeyoğlu'nun suçsuz olduğu belgelerle sabitken onun hâlâ hapiste tutulması, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin adaletine gölge düşürmekte. Bir an önce bu adaletsizliğin giderilmesi gerekmektedir. Unutulmamalı ki mazlumların ahı koca koca saltanatları devirmiştir.
Resulullah sallallahü aleyhi veselleme sonsuz bir sevgi ve saygı gösterdiğine inandığımız başbakanımız ve kurmaylarının Efendimize hürmeten bir seyyide yapılan bu haksız zulmü bitireceğine inanıyoruz.
Salih Mirzabeyoğlu'nun tutuklu bulunduğu süre içerisinde hapishanede yaşadıklarını anlattığı (21 Şubat 2000'de ki duruşmasındaki savunması) şu bölümü okurken insanın kanı donuyor.
''Neticede beni tepeleyecekleri bir yer telaşesinde orası mı, burası mı derken, Metris Cezaevinin dış bahçeye açılan mevkiine kadar geldik. Oradan dışarıyı gören bir odanın penceresinden, -ben odanın kapısına yakındım-, bahçede sıraya dizilmiş arkadaşları gördüm ve hiç bir pratik yararı olmamasına rağmen beni tepeleyeceklerini işaret etmeye çalıştım. O anda Albay odadan çıktı ve:
-Zafer işareti falan yapmak yok; gel şuraya önce güzel güzel konuşalım! dedi, ve beni odadaki bir sandalyeye oturttu, ardından kollarım kelepçelendi ve hemen akabinde de dışarı çıkartılarak söz konusu grubun içine salındım. Üzerime üşüşenlerin tekme ve yumruk darbeleriyle yere düştükten sonra , kafama ve vücuduma yediğim sayısız darbeden sonra kendimden geçtim............
Neticede hadisenin vuku bulduğu yere koyulmuş bir masa üzerinde ayıltılırken, patlayan sol kaşıma dikiş atıldı ve masadan indirildim...........
Bütün vücuduma müthiş bir hissizlik ve uyuşukluk hakim şekilde, Kartal Cezaevine getirildim.Sol bacağımın üzerine basamıyorum. Bu haldeyken başlarında 4 sırmalı olduğunu sandığım bir Astsubay ve bir başka Astsubayla birlikte askerler, beni tepelemek üzere bir odaya aldılar; ve sesimin çıkmaması için ağzımı kapama çabaları sırasında kaşımın üzerindeki gazlı bez veya pamuk söküldü. Dışarı çıkarılınca doktor faslı:
Pişkin olmadığı tedirgin tavırlarından belli ve besbelli ki ''tenbihli'' adam bana:
-Sırtında bir darbe falan yok değil mi? dedikten sonra, muayene bitmiş olarak önündeki kağıdı dolduruyor... Acelesini bildiğim doktora:
-Yüzümde ve kafamda bir şey yok değil mi? deyince sanki kendisine farkında olmadığı bir şey söylemişim gibi, ''yok'' cevabını verdi; ve oradan koluma giren gardiyanlarla cezaevinin müşahade bölümüne götürülürken , bir gardiyanın arkadan sağ böğrümü bulan tekmesi...
Hemen söylemeliyim ki, bütün bunları, acıklı bir tasvirle merhamet devşirmek için değil, koruma ve kolluk görevinden cezaevine kadar bir bütünlük teşkil eden Adalet sisteminin halini göstermek için yazıyorum.''
Suçsuz bir insana hiç bir hukuki mesnedi olmayan bu işkenceler reva mıdır? Hadi o günün failleri belki bu gün yargılanıyorsa da neden hâlâ Mirzabeyoğlu Bolu F-Tipi cezaevinde bir suçlu gibi tutulmaktadır?
Her şeyin de ötesinde ben aciz bir kul olarak Hz. Muhammed sallallahü aleyhi vesellemin bir ümmeti olarak suçsuz bir insana, müslüman bir ilim adamına, bir seyyide ki, Osmanlı hükümeti seyyidlerin ve şeriflerin kıymetini çok iyi bilirdi, onlara hususi maaş bağlardı, şeref ve izzetlerine dokundurtmazdı.
Ya şimdi? Bakın şu manzaraya? Ümmetin suskunluğu!!!
Sana şikayet ediyorum Ya Resulallah! Aciz bir ümmetin olarak, sana ve evlatlarına Allah'tan ve Senden ötürü muhabbet eden bir ümmetin olarak sana şikayet ediyorum...
Teslime Gülsen Nurdoğan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder