1 Kasım 2012 Perşembe

RAHMAN SURESİ ''İnsanı yarattı, beyanı öğretti''HAKKINDA

                               Rahmanın insanlığa rahmetinin en büyük tecelligâhı olan bu bitmez tükenmez nimet...Kur'an...varlığın temel kanunlarının en doğru ve en mükemmel tercümanı...Gökyüzünden indirilmiş en büyük dünya nizamı...Ona bağlananları büyük varlık manzumesine bağlayan ve inançlarını, düşünce sistemlerini, değer ölçülerini, nizam ve hayatlarını; varlığın üzerine kaim olduğu değişmez esaslar üzerine oturtan...insanlara kainat kanunlarıyla kolayca anlaşıp uyuşma imkanını veren ilahi eser...
                             Onların his ve duygularını bu güzelim kainat karşısında açık tutup onu ilk defa görüyorlarmış gibi seyrettirerek, hem kendi varlıklarını hem de çevrelerinde bulunan kainatın varlığını yeni bir ihsasla kendilerine gösteren bu Kur'an'dır. Kur'an, çevrelerinde bulunan herşeye bir canlılık, bir dirilik verir. Ve o şeyler insanla karşılıklı bir anlayış ve dostluk havası kurarlar. Ve o zaman insanlar kendilerini dostlar ve arkadaşlar arasında bulurlar, yeryüzünde seyahat ettikleri sürece nereye gider ve nerede ikamet ederlerse.
                            Kur'an, onların yeryüzünün halifesi olduklarını, Allah'ın ikramına nail bulunduklarını göklerin yerin ve dağların kaçınıp tahammül edemediği emaneti onların taşıdıklarını belirterek, insana yüce insanlık hedefini gösterir. İnanmış olmaktan dolayı sahip olduğu yüce değerini iş'ar eder. O iman ki, insanların ruhundaki ilahi nefhayı birdenbire canlandırıverir. Ve insan üzerindeki en büyük nimeti gerçekleştirir.
''İnsanı yarattı''
''Ona beyanı öğretti''
                           Görüyoruz ki insanoğlu başkalarıyla konuşuyor, sözlerini ifade ediyor, anlaşıyor ve uyuşuyor. Ve biz bu gerçeğe uzun süredir alışkın olduğumuzdan bu ilahi lütfun azametini ve bu harikanın büyüklüğünü unutuyoruz. Kur'an bizi o gerçeğe döndürüyor. Ve değişik yerlerde o gerçeği düşünebilmemiz için uyarıyor.
                            Nedir insan? Aslı nedendir?  Nasıl başlamıştır varlığı ve ona beyan nasıl öğretilir?
                            İnsan denen bu canlı hücre kümesi, başlangıçta bir hücre olarak ana rahminin duvarlarına yapışıp hayata başlar. Henüz o zaman güçsüz, zayıf, basit, değersiz bir hücredir. Mikroskopla görülür ancak. Belli belirsiz bir hali vardır. Bir süre sonra bu hücre cenin haline gelir. Evet milyonlarca hücrenin kaynaştığı bir cenin. Kemik hücreleri, ilik hücreleri, sinir hücreleri, kas hücreleri ve deri hücreleri. Ve bu hücrelerden organlar meydana gelir. Duyular oluşur. Beş duyu dediğimiz o büyük harika başlar çalışmaya. Kulak, göz, tat, koku ve dokunma duyuları...Sonra...Evet sonra en büyük harika teşekkül eder. En büyük sır ortaya çıkar. İDRAK ve BEYAN. Şuur ve ilham...Hepsi o belli belirsiz ana rahminin duvarlarına yapışmış olan güçsüz, basit, küçük ve değersiz hücreden meydana gelir.
                           Nasıl? Ve nereden? Rahman tarafından...Ve Rahmanın eseri olarak. Öyleyse şimdi beyanın nasıl olduğunu görelim.
                          ''Allah sizi bir şey bilmez iken annelerinizin karınlarından çıkardı. Ve size kulak verdi. Gözler verdi. Gönüller verdi.''
                             Doğruyu söylemek gerekirse insanın konuşma mekanizması son derece şaşırtıcı bir mekanizmadır. Dil ve dudaklar. Diş ve damaklar. Hançere ve ses telleri. Akciğerler...Hepsi birlikte ortak bir faaliyete girişerek beyan zincirinin bir aleti olan konuşmayı ve ses çıkarma amelesini meydana getirirler. Bu saydıklarımız son derece şaşırtıcı unsurlar olmakla beraber sinirler, kulak ve beyinle ilgili bulunan bu çok girift ameliyenin sadece mekanik yönünü temsil eder. Sonra işe akıl karışır ki biz onun adından başka bir şeyini bilmiyoruz. Mahiyetini ve hakikatını kavrayamıyoruz. Nasıl çalıştığını ve ne yaptığını bilmiyoruz.
                               Konuşan birisi bir kelimeyi nasıl konuşur?
                               Bu ameliye gerçekten girift bir ameliyedir. Merhalesi pek çoktur. Bir çok adımlar karışır işe ve bir çok mekanizma faaliyet yapar. Şu ana kadar bile bu merhalelerin ve mekanizmaların bir çok noktası meçhuldür. Her şeyden önce belirli bir hedefi gerçekleştirmek için seçilecek sözün söylenme ihtiyacı duyularak başlar iş. Bu duygu nasıl olduğunu bilmediğimiz biçimde zihinden akla veya ruha geçer. Yani duyu mekanizmamızın merkezi olan beyine. Denilir ki beyin sinirler yoluyla, dile istenen sözü söyleme emri gönderir. Ama bu söz bile Allah'ın insana bir lütfu ve Onun öğrettiği şey. Bu esnada akciğerlerde saklı bulunan bir miktar hava gırtlaktan geçerek ses tellerine ulaşır. Ve hançeredeki ses tellerini oynatır. Ses tellerinin yapısı ise ayrı bir hayret, ayrı bir incelikle doludur. Ki, insan yapısı olan hiçbir ses aleti veya telli çalgı ile kıyası kâbil değildir. Çeşit çeşit nağmeler çıkaran ses aletlerinden hiçbiri ona uymaz. Akciğerlerden gelen hava gırtlakta aklın istediği biçimde sesler çıkarır.Alçak veya yüksek. Hızlı veya yavaş. Sert veya yumuşak...Kart veya tiz. Ve daha yığınlarca ses biçimlerinden birisini boğaz, dil, dudaklar, dişler ve damaklar birlikte çıkarırlar. Ve bunların değişik şekiller almasıyla değişik mahrecten harfler çıkarılır. Dilin her hareketine göre ayrı tonda hafler meydana gelir. Belirli tondaki bir sesi çıkarmak için belirli şekilde eğilip bükülmesi gerekir. Basılıp kaldırılması icap eder. İşte bütün bu mekanizma bir kelimeyi meydana getirmek için çalışır. Bundan sonra ibare vardır, konu vardır, düşünce vardır, geçmiş ve gelecek fikirler vardır. Ki, herbiri bir bambaşka bir alemi dile getirir. Ve bu gariplikler insan bünyesinde kendiliğinden meydana gelir. Rahmanın eseri olarak. Rahmanın fazl-ü keremi olarak.
                               .............
                               Bu yazıyı Dr. Bekir Karlığa ve Dr. Bedrettin Çetiner çevirili İBN-İ KESİR Tefsirinden aldım. 14. cilt, sahife 7635. Değerli okuyucularımın istifadesine sunuyorum.
                                     
                                                                                              Teslime Gülsen Nurdoğan

     

Hiç yorum yok: