2 Ocak 2013 Çarşamba

Türk Dilini bu kadar güzel konuşan birini daha dinlemedim...

''Kur’ân-ı Kerîm, hiç şüphesiz, hepimizin baş tacıdır; çünkü yüce Rabbimizin bize gönderdiği kitabıdır. Ne büyük şeref, ne tatlı bir iltifat ve mazhariyet! Bizim o padişahlar padişahının bu şahâne fermanını, defalarca öpüp başımıza koymamız, yüzümüze, gözümüze sürmemiz, ona en büyük saygıyı göstermemiz icap eder. Onda eski ümmetlerin ibretleri, geleceklerin haberi vardır. Onun içinde bize yöneltilmiş emirler, yasaklar bulunuyor. Biz ancak onları en iyi tarzda öğrenip tamı tamına uyguladığımız zaman Hakk’ın rızasına erişebiliriz. Hiçbir kaçamak imkânı yoktur, tembelliğin hiçbir mazereti olamaz. Ruhumuzun, bedenimizin, maddî ve mânevî rahatsızlıklarımızın devası, çaresi Kur’an’dır. Fert, aile, cemiyet, ümmet ve nihayet bütün insanlık ona uyulduğu zaman huzura ve mutluluğa kavuşabilecektir; çağımızın buhranlarına reçete Kur’an’dır. Bu kadar kıymetli, dünya ve âhiretimiz bakımından bu derece ehemmiyetli bir kitabı acaba bu mevki ile mütenasip öğretip öğreniyor muyuz? Maalesef hayır. Kur’an evlerimizde garip garip, boynu bükük durur; yeni nesillerin anlayacağı doyurucu tefsirler yoktur, kütüphanemizin raflarında tefsir kitapları toz tutmuştur. Birçok müslüman onu yüzünden bile okumasını beceremez; okuyanların çoğu tertil ve tecvide, tâzim ve tebcile riayet etmez veya iyi okursa da içindeki ahkâmı bilmez, çoğumuz ise İslâmî emirlere uymaz, Kur’ân-ı Kerîm’e zıt bir hayat tarzı sürdürürüz. Büyük alim Hasan-ı Basrî (rha.) diyor ki: “Kur’ân-ı Kerîm, ahkâmına uyulsun, kendisiyle amel olunsun diye indirilmiştir. Halbuki şimdi halk onun sırf kıraat ve tilavetini amel edinmiş.”8 Meşhur sahabî Abdullah b. Mes’ûd’dan da böyle bir ifade rivayet edilir. Demek ki söze takılıp kalmak, öze inmemek, ana gayeyi unutup detayla oyalanmak, lafa dalıp icraata, çalışmaya, emrin gereğini îfâya, eyleme geçmemek eski, yaygın, çirkin ve çok tehlikeli bir hastalık. Bu hastalıktan kendimizi kurtarmak zorundayız sevgili okuyucular! Meşhur mutasavvıf alim Ebû Abdurrahmân Muhammed b. Hüseyin es-Sülemî (v. 412/1021) bu mevzuda çok dinamik, çok değerli bir metot zikrediyor ve diyor ki: “Bize ilim öğreten üstatlarımız rivayet ettiler ki onlar, on âyet-i kerîme (veya bir aşr-ı şerîf) öğrendiler mi, asla daha öteye geçmez, önce o on âyet ile amel ederler, sonra öğrenmeye devam ederlermiş. Biz de o usulü takip ettik. Bu yolla Kur’ân-ı Kerîm’i ve onunla ameli (ahkâmına ittibayı) birlikte yan yana öğrendik.”9 Cehalet felakettir, amelsiz ilim ise vebal sayın okuyucular! Silkinelim, atâlet ve cehaleti yenelim; Allahu Teâlâ’nın aziz kitabını yeni bir şevkle, aşır aşır, deste deste, sözünü belleyip, ahkâmını tatbik ede ede bağrımıza basalım, başımıza taç, hayatımıza rehber eyleyelim. Salahımız, felahımız, nusretimiz, izzetimiz, saadetimiz Kur’an’ı iyi anlayıp iyi uygulamaktadır. (İslam Dergisi Başmakaleleri, Mart 1994, Prof. Dr. M. Es'ad Coşan Rh.a.) '' 


    Kur'an'ı nasıl okumamız gerektiğini en güzel açıklayan makalelerden biridir bu makale. Rahmetli Es'ad Coşan hocaefendinin Türkçe'nin bütün zerafetini gösterdiği sohbet ve yazılarından bir tanesi.



Rahmetullahi aleyh, sohbetinde Türkçenin bütün inceliklerini kullanırdı. İfade tarzı latifeli, estetik, nükteli ve edebi idi. Türk dilini bu kadar güzel konuşan birini daha dinlemedim. Her cümlesinde ayrı bir ahenk ve ruha dokunuş vardı. Edebiyat teriminin anlamı, onun dilbilgisiyle birebir uyuşuyordu. Hocaefendi konuşmaları ve yazılarıyla bir İstanbul beyefendisi olduğunu açıkça gösterirdi. Çok edipti. Çok zarifti. Ben onu gerçek hayatta hiç görmedim. Hep Akra fm'deki sohbetlerinden ve kitaplarından tanıdım. Ömrünün son üçbuçuk yılını yakalamıştım. Adını ilk duyduğumda ve sohbetlerini ilk dinlemeye başladığımda 1997 senesiydi ve rahmetullahi aleyh bir daha ancak cenazesinin geleceği ülkesinden, yeni ayrılmıştı. Onu dünya gözüyle görüp sorular sormayı çok arzu ettim fakat nasip olmadı. Rabbim celle ve âlâ'ya bana onun sohbetini can-ı yürekten dinlemeyi lütfettiği için şükrediyorum. 'Görüşmeler kaldı mahşere..' der dururum hep. Rabbim elbette duaları işitendir. Görüp, bizzat sorularıma cevap vermesini çok istediğim hocamı, bana mahşer günü şefaatçi etmesini umuyorum. Onun bu güzel satırlarını bloğumda paylaşmaktan çok mutluyum. Onun yüzlerce seveni ve müntesibi var. Gerçekten sevenleri ve  candan takipçileri var hocamın. Bunlardan biri de ben olmak istiyorum. Gün gelecek, benim internette bir köşem olacak ve ben bunca duygu ve düşüncelerimi burda paylaşacağım ha!..İnanın dualar kabul oluyor. Ben buna çok şahit oldum. Ve en güzel şahitliğim, ahiret hayatı için ettiğim dualarımın kabulü olsun. O kadar çok yazma ihtiyacı hissediyorum ki şu anda. Çağıldayan bir şelale oluyor ruhum. Sözü tadında bırakayım vakit geç oldu. Rabbim nice güzel satırlarda değerli kullarıyla buluştursun beni de... Kur'an'ı nasıl okumamız gerektiğini öğrenmiş olduk sanırım. İnşallah biz de sahabe gibi okuyalım. Aşır aşır yani on ayet ve amel. On ayet ve amel... Nasip et Yarabbi!..




  Teslime Gülsen Nurdoğan


                                                                                        

Dipnotlar
1. Yakın mânada bk. İbn Receb, Câmi’u’l-ulûm ve’l-hikem, s. 343-344.
2. Bk. Mizzî, Tehzîbü’l-kemâl, trc. no: 3222; Zehebî, Tehzîbü’t-tehzîb, trc. no: 317; Kâşif, trc. no: 2681; İbn Hacer, Takrîbü’t-tehzîb, trc. no: 3271.

Hiç yorum yok: